Saturday, November 10, 2012

Cumartesi


Sevgili Atam,

Bu Cumartesi ölümünüzün 79uncu yıl dönümü. Benim hatırladığım 10 Kasımlar, Ankara’da Sonbaharın bitip Kurtuluş Parkı ağaçlarının hızla yapraklarını düşürmeye başladığı zamanlardır, havada kasımpati  ve kesif meşale yağı kokusu vardır.  29 Ekim konuşmaları, törenleri anca bitmiştir, bayraklar inmemiştir bile. Ben o zamanlar izciydim,  Ankara Koleji’ndeki büstün hazırlanması, üniformalarımızın temizliği  fularların kıvrımının düzgün olması ve hangi bayrağı kimin taşıyacağı önemli olaylardan biri olurdu. Sabah bütün okul öğrencilerinden önce gider bakardık her şey yerli yerinde mi diye.  İçimiz üşüyerek saatin gelmesini beklerdik,  torende haykırarak okunan şiirler genç ruhumuzda fırtınalar falan da koparmazdı aslında. Ama   bilirdik saat dokuzu beş gece  okul duvarlarının dısında her şey kesin sessizliğe bürünmüştür.  İnsanlar arabalar, taksiler ,otobüslerden inip, hiç kımıldamadan  hazırolda bir dakika   durup   sonra yollarına devam edeceklerdir. Ankara kırmızı bayraklarla sizin kah trenden bakarken, kah uçakları izlerken yada Kocatepe’de düşünürken ki boy boy resimlerinizle donanmıştır.

O zamanlar çok geride kaldı, artık büyüdüm, Türkiye’den çok uzaktayım. Eğer Ankara’da olsaydık bu yıl, kızımı ve eşimi alır Anıt Kabir’e giderdik çoğu Ankara’lı ile birlikte. Her yaz sıcakta gittiğimiz uzun Arslanlı Yolda vakur biz de yürürdük, utançtan yüzünü kapamış, okuma yazma bilmeyen  kadına şöyle bir göz atardık, sol tarafta  asker, mühendis, aydın heykellerini bir kere daha anlatırdım kızıma.  Sözlerini hatırlamaya çalışarak İstiklal Marşını söylerdik haykırarak bütün Ankara'lılarla birlikte. Sonra da Anıt Kabir müzesine gider, sizin arabalarınıza, silahlarınıza, el yazınıza bakardık. Okuduğunuz  kitaplara  Fransızca düştüğünüz notlara, kahve fincanınıza goz atar, savaşta giydiğiniz  kaşındıran üniformaları bir kere daha görür, gözlerinizin ne kadar mavi, ne kadar ‘kerli ferli’, ne kadar heybetli olduğunuza bir kere daha hayret eder, siyah smokin ile balolarda neler konuştuğunu hayal ederdik.  Müze dükkanında sizin profilden silüetinize benziyen bulut resimli kartpostal alır, Atatürk imzalı  kravat iğnesini ‘Nick takar mı acaba’  diye Kitty ile kıkırdaşırdık.

Ama orda değiliz,  Başka bir  Cumhuriyette   başka bir demokratik ülkedeyiz. Baş şehirlerinde sizin adınızı  verdikleri bir büyük cadde var.   29 Ekimde büyük tören yapmışlar orda, biz de burda kutladık 89. yılı. Bir gün sonra kutladık   ama olsun, güzel güzel giyindik, eski zaman 29 Ekim balolarına gider gibi süslendik,  Yakama bayrak rozetimi taktım, eşime Atatürk olanını. Bir sürü insanlarla tanıştık orda, onlar da güzel güzel giyinmişler, uzun şıkırdılı elbiseler, sariler, türbanlar; Türkiye’yi tanıyanlar da vardı, daha hiç gitmemiş olanlar da.  Ordan burdan konuştuk;  bize içinde karpuz taneleri olan nar şerbeti ikram ettiler,  narın güzelliğinden, Türkiye’nin yemeklerinden, gezilecek yerlerinden konuştuk.  Sonrada  darbukalı, kanunlu, kemanlı fasıl heyeti dinledik. ‘deli, divane gönül’ diye dum tekeden evvel, film salonlarında  bile milli mars çalınan bu ülkede  hele Cumhuriyet gününde Istiklal marşı söylenmeyince biraz mahsun olduk.  ‘Ne mutlu Türküm diyene’ dedi Başkonsolos, bir de güzel anlattı ne demek olduğunu.    Gözüm doldu, elim ayağım titredi. Uzakta olmak zor şey.

Türkiye’de de olmak pek kolay değil anlaşılan. 29 Ekim de Anıt Kabir'e gitmek için çok uğraştılar,  akşamda Cumhuriyet Balosu olamadı bildiğim kadarı ile. Olsaydı da çok az politikacı sizin kadar yakışıklı dururdu kalabalığın önünde. Torenlerde siyah fötr şapka  elinizde  balkondan ahaliyi gururla selamlayan bir siz vardınız sanki.

Bu sene ne yapılacak Türkiye’de bilmiyorum*, dedim ya uzakta olmak çok zor.  Burda benim  bayrağım var, gittiğim her yere götürdüğüm, kırmızi beyaz balonlarımda var.  Burda otururum balkonuma, şöyle güzel bir Türk kahvesi yaparım, sizin  hasır sandalyeli, yuvarlak masalı bir fotoğrafınız  var ya, beyaz takım elbise ile oturmuşsunuz, ayak ayak üstüne atmış şöyle bir soluklanıyorsunuz, bol köpüklü,  sade bir kahve eşliğinde. Ben de aynı öyle yaparım, Sizden sonra ‘onder’ diyebileceğimiz kimsenin çıkmamasını, artık genç olmasam da hitabenizdeki birinci vazifemi düşünüp, sevdiğiniz şarkılardan bir iki tanesini  dinleyerek kendi yaptığım kahvemi içerim burada.



*Türkiye ayağa kalkmış, Anıt Kabir’e akmış vatandaş, İzmir’de Atatürk portresi çizilmiş insanlarla, İstanbul bayrak içinde.   Bu bilgileri bir gün sonra ekliyebiliyorum, Internet bağlantısı bir geliyor bir gidiyor.