Monday, January 14, 2013

bugun ucurtma bayrami


Gecenin laciverdi karanlığında ardı ardına ses bombaları patladı. Üç beş tane yer belirleme  fişeklerini kuyruklu füzeler izledi.  Gökyüzüne bakmaktan vazgeçip balkondan aşağıya baktığımda sokak başlarında ateşler yanıyordu. Dünyanın başka herhangi bir ülkesinde olsa ‘iç savaş çıkmış olmalı’ diye telaşlanırdık, Mumbai de ‘bir festival olmalı’ diye geçiştirdik, televizyonda yaşadığımız yerle ilgisi olmayan  bir diziyi izlemeye devam ettik. Bütün gece havai fişekler, çatpatlar,  bu seslerden korkan köpek havlamaları, sen kahkalar, gürültüler devam etti.

Bu sefer ki festival  ‘Makar Sankranti’ . Ya da ‘Uçurtma Festivali’. Ya da güneşin Yengeç Dönencesine girdiği gün festivali. Bu festival  Güneş tanrısı için yapılıyor; her doğa olayına bir anlam ve sembol yükleyen Hindu dini  bu dönence vaktini hiç kaçırmamış ve ‘karanlıktan aydınlığa, cehaletten bilgiye, daha ışıl ışıl bir hayata başlama’ festivaline dönüştürmüş.  Bir de bizim için kışın ortası sayılan 14 Ocak bu sıcak ülkede  hasat zamanına rast gelince en önemli kutlamalardan biri olmuş. Hasat festivallerinde ‘bolluk bereket, daha iyi mahsul’ diye yemek davetleri verilir, bütün herkes en iyi elbiselerini giyer, fukaralar da hatırlanır, onlara da para mara, sadaka, evdeki modası geçmiş elbiseler, küçülmüş ayakkabılar falan  verilir ya, işte hepsi  bir araya gelip bir de eylencelik uçurtma eklenince alın size şaşalı bir festival daha. Uçurtma deyip geçmeyin, güneşe yakınlık,  kırılganlık, ulaşılmazlık, aklınıza gelen her türlü yorum nerdeyse kutsal bir simge haline getirince  bir sekilde  dince  de yapılması gereken bir gelenek haline dönüşüyor.


Bu festivalin önemli bir şey olduğunu sabah pazara giderken önünden geçtiğim tapınak sokağının  kalabalığından anlamalıydım. Genelde iki inek, bir teyze, kasımpati satan bir amcadan oluşan kaldırım insanları artmış, yolun iki tarafı sokakta yaşayan ailelerle dolmuştu. Artık kanıksadığımız ellerini ağızlarına götürüp yemek için para isteyen dilenci çocuklar o kadar çoktu ve etrafımı o kadar sarmışlardı ki fotoğraf çekmeye korktum.  Kudretten sürmeli kömür karası gözleri , kömür kadar kirli elleri, çal çaput giysileri ile koluma, çantama, elime dokunup su ve yemek için çığristilar.Tapınak bekçisi ‘hayt ,huyt!‘ deyince çil yavrusu gibi dağıldılar, ayakkabısız ayakları ile karşı kaldırıma koştular.  Tapınağın esas kapısında  sevap severler küçük torbalarda erzak dağıtıyor, kınalı eller, ucuz cam bilezikli kollar kırmızı torbaları kapmak için çırpınıyor.  Bu arada beni unuttular ben de kenardan kenardan eve kaçabildim.

Erzak kapışmayanlar, yani tuzu kurular çoktan uçurtmalarını almışlar bile. Yılbaşında cam süsü, Işık bayramında yanar soner ışık, fil başlı tanrı bayramında fil basıl tanrı, bilmemne bayramında bilmemne satan pazardaki derme çatma dükkan,  bu sefer de uçurtma satıyor.  Üç çita  ve gazette kağıdından yapılmış uçurtmalar 50 Rupee (1Türk lirası) gibi el yakan bir fiattan satılıyor. Ev çatılarında , sokaklarda yüksek gerilim hatları altında, akıllarına esen her yerde   uçurmaya çalışıyorlar

Akşam üstü Arap Denizi sahiline yürüdüm.  Hava  Bodrum’da Mayıs sonu sıcaklığında, hafif rüzgar var. Kilise bahçesinden geçip  otobüs durağında eve gitmek için bekleyenler arasından, en olmiyacak yerde uyuyan köpekler ve insanlar üzerinden atlıyarak, tuktuklardan kaçarak ılık kumlara vardım.  Deniz çekilmiş, güneş batmak üzere.  Ortalık eskiden Bagwan  şimdilerde iş Osho olarak anılan  beyaz sakallı  90 Rolls Royce arabası olan gurunun giysisi renginde.   Ne yazık ki güneş  hava kirliliğinden denize batamıyor, puslu bir kavunicilik tozbulutu ardında kaybolmadan yapacağını yapıyor; kumları, denizi, gökyüzünü, bulutları, yanınızda kim varsa ona  iflah olmaz bir aşkla bağlanıp  el ele ufuk çizgisine kadar yürümek zorunluluğu rengine boyuyor. Ellerinde derme çatma uçurtmalar, kızlar kıkır kikir, oğlanlar gürültücü, aile babaları küçük çocukları ile görülmez ipleri çekiştiriyor. Her mutlu aile ortamında mutlaka ağlayan bir çocuk yine ağlıyor. Anneler kuma çömelmiş portakal geveliyor. Mumbai halkı yüzmeyi bilmez, ılık, tuzlu ve sakin denize  yürüyorlar. Sariler ıslanmış, batan güneşle ışıl ışıl bir yanıp bir sönüyor işlemeler. Haşlanmış mısır, renkli gazoz, boncuk gibi kırmızı ve oracıkta kavrulmuş kabuklu nohut, ‘naylon sev’ adında kavrulmuş ,kitir külahta acılı şehriye  gibi abuk subuk ama çok lezzetli ve ille de dehşetli acı şeyler kemirip  bembeyaz dişleri ile gülüyorlar. Kum ayaklarıma yapışıyor, uçurtma iplerine takılıyorum ne tarafa gitsem, kriket topları savruluyor  ordan burdan. Çok uzakta Güney Bombay’a giden köprünün ışıkları yanmış, gün  yavaş yavaş kavunici, turuncu, mango sarısı renginden  azur, alacalı bordo ve gece mavisine, Krishna tonuna  dönüşüyor.

Güneş Yengeç Dönencesine bütün haşmeti ile  sindire sindire kimbilir kaç şair,  kaç yazar, kaç fotoğraçiyi mutlu ederek  yerini  Türk bayrağı hilaline bırakıyor.  14 Ocak 2013 Mumbai’de gün geceye böyle dönüşüyor işte .