Gecenin laciverdi karanlığında ardı ardına ses
bombaları patladı. Üç beş tane yer belirleme fişeklerini kuyruklu füzeler izledi. Gökyüzüne bakmaktan vazgeçip balkondan
aşağıya baktığımda sokak başlarında ateşler yanıyordu. Dünyanın başka herhangi
bir ülkesinde olsa ‘iç savaş çıkmış olmalı’ diye telaşlanırdık, Mumbai de ‘bir
festival olmalı’ diye geçiştirdik, televizyonda yaşadığımız yerle ilgisi
olmayan bir diziyi izlemeye devam
ettik. Bütün gece havai fişekler, çatpatlar, bu seslerden korkan köpek havlamaları, sen kahkalar,
gürültüler devam etti.
Bu sefer ki festival ‘Makar Sankranti’ . Ya da ‘Uçurtma Festivali’. Ya
da güneşin Yengeç Dönencesine girdiği gün festivali. Bu festival Güneş tanrısı için yapılıyor; her doğa
olayına bir anlam ve sembol yükleyen Hindu dini bu dönence vaktini hiç kaçırmamış ve ‘karanlıktan aydınlığa,
cehaletten bilgiye, daha ışıl ışıl bir hayata başlama’ festivaline
dönüştürmüş. Bir de bizim için
kışın ortası sayılan 14 Ocak bu sıcak ülkede hasat zamanına rast gelince en önemli kutlamalardan biri
olmuş. Hasat festivallerinde ‘bolluk bereket, daha iyi mahsul’ diye yemek
davetleri verilir, bütün herkes en iyi elbiselerini giyer, fukaralar da
hatırlanır, onlara da para mara, sadaka, evdeki modası geçmiş elbiseler,
küçülmüş ayakkabılar falan verilir
ya, işte hepsi bir araya gelip bir
de eylencelik uçurtma eklenince alın size şaşalı bir festival daha. Uçurtma
deyip geçmeyin, güneşe yakınlık,
kırılganlık, ulaşılmazlık, aklınıza gelen her türlü yorum nerdeyse
kutsal bir simge haline getirince bir
sekilde dince de yapılması gereken bir gelenek haline
dönüşüyor.
Bu festivalin önemli bir şey olduğunu sabah pazara
giderken önünden geçtiğim tapınak sokağının kalabalığından anlamalıydım. Genelde iki inek, bir teyze,
kasımpati satan bir amcadan oluşan kaldırım insanları artmış, yolun iki tarafı
sokakta yaşayan ailelerle dolmuştu. Artık kanıksadığımız ellerini ağızlarına
götürüp yemek için para isteyen dilenci çocuklar o kadar çoktu ve etrafımı o
kadar sarmışlardı ki fotoğraf çekmeye korktum. Kudretten sürmeli kömür karası gözleri , kömür kadar kirli
elleri, çal çaput giysileri ile koluma, çantama, elime dokunup su ve yemek için
çığristilar.Tapınak bekçisi ‘hayt ,huyt!‘ deyince çil yavrusu gibi dağıldılar,
ayakkabısız ayakları ile karşı kaldırıma koştular. Tapınağın esas kapısında sevap severler küçük torbalarda erzak dağıtıyor, kınalı
eller, ucuz cam bilezikli kollar kırmızı torbaları kapmak için çırpınıyor. Bu arada beni unuttular ben de kenardan
kenardan eve kaçabildim.
Erzak kapışmayanlar, yani tuzu kurular çoktan
uçurtmalarını almışlar bile. Yılbaşında cam süsü, Işık bayramında yanar soner
ışık, fil başlı tanrı bayramında fil basıl tanrı, bilmemne bayramında bilmemne
satan pazardaki derme çatma dükkan,
bu sefer de uçurtma satıyor.
Üç çita ve gazette kağıdından
yapılmış uçurtmalar 50 Rupee (1Türk lirası) gibi el yakan bir fiattan
satılıyor. Ev çatılarında , sokaklarda yüksek gerilim hatları altında, akıllarına
esen her yerde uçurmaya
çalışıyorlar
Akşam üstü Arap Denizi sahiline yürüdüm. Hava Bodrum’da Mayıs sonu sıcaklığında, hafif rüzgar var. Kilise
bahçesinden geçip otobüs durağında
eve gitmek için bekleyenler arasından, en olmiyacak yerde uyuyan köpekler ve
insanlar üzerinden atlıyarak, tuktuklardan kaçarak ılık kumlara vardım. Deniz çekilmiş, güneş batmak
üzere. Ortalık eskiden Bagwan şimdilerde iş Osho olarak anılan beyaz sakallı 90 Rolls Royce arabası olan gurunun giysisi renginde. Ne yazık ki güneş hava kirliliğinden denize batamıyor,
puslu bir kavunicilik tozbulutu ardında kaybolmadan yapacağını yapıyor;
kumları, denizi, gökyüzünü, bulutları, yanınızda kim varsa ona iflah olmaz bir aşkla bağlanıp el ele ufuk çizgisine kadar yürümek zorunluluğu
rengine boyuyor. Ellerinde derme çatma uçurtmalar, kızlar kıkır kikir, oğlanlar
gürültücü, aile babaları küçük çocukları ile görülmez ipleri çekiştiriyor. Her
mutlu aile ortamında mutlaka ağlayan bir çocuk yine ağlıyor. Anneler kuma
çömelmiş portakal geveliyor. Mumbai halkı yüzmeyi bilmez, ılık, tuzlu ve sakin
denize yürüyorlar. Sariler
ıslanmış, batan güneşle ışıl ışıl bir yanıp bir sönüyor işlemeler. Haşlanmış
mısır, renkli gazoz, boncuk gibi kırmızı ve oracıkta kavrulmuş kabuklu nohut,
‘naylon sev’ adında kavrulmuş ,kitir külahta acılı şehriye gibi abuk subuk ama çok lezzetli ve
ille de dehşetli acı şeyler kemirip
bembeyaz dişleri ile gülüyorlar. Kum ayaklarıma yapışıyor, uçurtma
iplerine takılıyorum ne tarafa gitsem, kriket topları savruluyor ordan burdan. Çok uzakta Güney Bombay’a
giden köprünün ışıkları yanmış, gün
yavaş yavaş kavunici, turuncu, mango sarısı renginden azur, alacalı bordo ve gece mavisine,
Krishna tonuna dönüşüyor.
Güneş Yengeç Dönencesine bütün haşmeti ile sindire sindire kimbilir kaç şair, kaç yazar, kaç fotoğraçiyi mutlu
ederek yerini Türk bayrağı hilaline bırakıyor. 14 Ocak 2013 Mumbai’de gün geceye böyle
dönüşüyor işte .
Aynı hilali gördük bu gece, ne güzel:)))
ReplyDelete