Hava alanı şehrin
kuzeyinde olduğu için, sol yanını ılık ve bulanık Arap denizine yaslamış
Mumbai’yi boydan boya seyrederek
güneydeki otelinize bir iki
saatte gidersiniz. Eğer bu şehir Hindistan’da ki ilk
durağınızsa sizi karşılayan kırık döküklük, tozlu caddeler, köpekler, sari
giyen kadınlar, bellerine havlu gibi bir şey bağlamış erkekler, mavi brandalı teneke mahalleler, Gandi
şapkaları, tuktuklar, tapınaklar, arada büyük oteller, inekler , yoksulluk ve
illa da kalabalık olacaktır. Bu
ilk izleniminizi unutmayın çünkü bir süre sonra o kadar kanıksayacaksınız ki
neye bu kadar şaştığınızı
hatırlayamıyacaksınız.
Eski Bombay yeni
Mumbai önemli bir ticari şehir olsa da uzun süre gezilmek için seçilmiyor nedense. Genellikle Taj Mahal turunu bitirip güneye
inerken dinlenilen bir durak burası. Hindistan her zaman sıcak, o yüzden iyi bir gezgin
gibi sabah erkenden kalkın ve deniz kenarına Gate of India’yı görmeye gidin,
sabahları hem daha serin, hem de daha az kalabalık olur. Gate of India,
Nasreddin Hoca’nın kapısı gibi hiç
bir şeye açılmayan , hiç bir şeyi kapamayan deniz kenarında, heyula gibi bir kapı. Etrafında Hint dondurması külfi de yiyebilirsiniz, 1 liraya
fotografta çektirebilirsiniz.
Bu kocaman yapının arkasından 45 dakika
uzaklıktaki Elefanta Adasına yola çıkılır. Küçük feribotlar sakin denizde patır
putur motor sesleri ile yol alırken, püfür püfür deniz havasında herkesin size
baktığını sanıyorsanız haklısınız, küçük çocuklar karşınıza geçip ağızlarını
açıp gözlerini dikerler, anneleri babaları sizle fotoğraf çektirmeye can
atar. Yolculuğun sonunda bütün
teknedeki insanların telefonlarında
en az bir, iki fotoğrafınız
olur.
Bu adanın adı
‘Maymun Adası’ olmalı gerçekte. Fil, mil yok ortalıkta, ama bir sürü yaramaz maymun var.
Elinizden yemeğinizi çekecek kadar arsız
ve utanmaz bu maymunlara
aman dikkat, bizim sandığımız kadar sevimli değiller. Adaya vardığınız
da küçük bir tren 5 dakikalık yolu 15 dakikada almanıza ve bu işin anlamsızlığına kıkırdamanız
için çok uygun. Mağaralara 20
dakikalık iki tarafı tişörtçüler,
tanrı heykelleri, şeker, su, takılar, yarı değersiz taşlar satan bir tezgah koridorundan ahlıya, ıhlıya sıcaktan bunalarak ulaşılır. Tembellik etmek istiyorsanız
iki adamın omuzlarında tahtırevan
ile Rajalar gibi de
taşınabilirsiniz.
Mağaraların içindeki
kayalara oyulmuş büyük, zarif tanrı heykelleri ve tanrı Shiva’nın soyut sureti kara taşın eteği
soluklanmak için güzel bir yer.
Tekne ile geri
dönerken Bombay’nin en çok çekilen resimlerinden birini unutmayın. Arkada Taj Mahal Hotel ve Gate of India, önde demir atmış bir sürü tekne karesini yakalamak için resim çeken Hintlilerle yarışmak
zorunda kalırsınız. Fotoğrafınızın solundaki büyük beyaz bina Taj Mahal Hotel.
O adını çok duyduğumuz Taj Mahal’le hiç alakası yok, çok zengin bir Hintlilin inat için yaptırdığı bir otel bu. İçini gezmek için günde
iki defa tur düzenlenir, tabloların, halıların öyküsünü, odaların özelliklerini öğrenebilirsiniz. Birinci kattaki denize bakan
restoranda mutlaka saat 4.00 çay
servisine katılın. Pencere önündeki masanızda gelene geçene bakarak, sokakta satılan yemeğe çekinebileceğiniz abur cubur, Mumbai
usulü taze kişnişli sandviçler,
çok tatlı Hint lokmalarını afiyetle yiyin, limonlu Süleymani çayının keyfini
çıkarın.
Biraz ötede
Colaba Causeway’de cadde boyunca tezgahlarda şallar, yatak örtüleri, şıpıdık terlikler, küçük heykeller, safran, çantalar, kına,
daha aklınıza ne geliyorsa satın alabilirsiniz. Alabildiğince pazarlık yapmanız
gerekiyor, ama zaten ucuz olan(5Tl) tişörtleri 1 Liraya alınca çok sevinmeyin,
bir ötedeki tezgah 50 kuruşa satıyor.
Caddenin
ortasında sağ tarafta her
Hindistan düşkünü okurun mutlaka okuduğu, feyz aldığı Shantaram kitabında adı geçen Leopold Café eski ihtişamıyla değilse bile kalabalık
bir uğrak merkezi olarak duruyor. ‘Bombay’ın en güzel mozaikli Cafési’ diye
geçer kitapta, artık mozaik falan yok, duvarlarında terör saldırısından kalan
kurşun delikleri, ayaklarını sürüyerek dolaşan kırmızı tişörtlü garsonlar, sizin
gibi bir sürü turist, kitabı yansıtmayan bir hal ve gidiş hayal kırıklığına uğratabilir. Yemekleri iyi ve temizdir, üzerinde
Leopold Café yazan çay bardağı bile alabilirsiniz, akşam üstü bira içmek için
hoş bir yerdir, şansınız yaver giderse kitabın yazarını bile görebilirsiniz.
Güleç yüzlü sevimli bir adam, o kadar alışmış ki ‘kitabınızı çok beğendim’,
‘hayatımı değiştirdi’ sözlerine, kibar kibar teşekkür ediyor sadece.
Yolun
sonunda bütün ihtişamı ile bu kalabalığın, gürültünün, alış
verişin ve inadına sıcağın ortasında meditasyon yapan bir Budist edası ile
oturan ana tren garı Chhatrapati Shivaji (kısa adıyla VT) tam karşınıza
çıkar. Eğer akşamüstü ordaysanız
gökyüzünü kavunici pembe ve
ebruliye boyayarak batan güneşi arkasına almış, Londra’daki St Pancras istasyonuna benzer bu yapıya biraz zaman ayırın. İnsanlar vızır vızır işlerinde güçlerinde,
eve ulaşmaya çalışırken, siz orada
binanın gotik detaylarına, heykellere baka kalın. Hafta arası rehber ile
küçük müzeyi, binayi gezebilir ve en üst katttaki kafede ücretsiz çay ve Parle
bisküvisini, aşağıda bilet
kuyruğundaki insanlara, sarilerine, en renkli Rajistan türbanlarına,
türbanların muhteşem bıyıklarına
bakarak rahat rahat kemirebilirsiniz. Eğer kendinizi kalabalık hayatın
içine girecek kadar cesur hissediyorsanız, bilet alın ve tren ile Mahalaxmi durağında Dobhi Ghat açık hava
çamaşırhanesini görmeye gidin.
Trende hanımların
yeri ayrı. Beylerin bölümü daha
sıkışık, kapılar hiç kapanmadığı için insanlar salkım salkım birbirlerine
tutunarak seyahat ediyorlar, ara sıra kötü kazalar oluyorsa da bu burada
yaşamanın tuzu, kırmızı biberi nerdeyse.
İstasyona yaklaşırken asılı çamaşırları görebilirsiniz, çoğu otellerin
havluları, hastanelerin yeşil ameliyat
gömlekleri burda yıkanıyor,
ortalık yeni yıkanmış çamaşır kokuyor,
yukarıdan, köprüden bakmanız da mümkün, aşağıya çamaşır yıkayan
adamların arasına inmeniz de. Büyük taş havuzlarda makinasız, elleri ayakları
yıkıyorlar, aynı suyla yıkanan çocuklar gözlerine sabun kaçtığı için ağlıyor,
bir köşede yemek pişiriliyor, insanlar bakılmaya ve fotoğraf çekilmeye o kadar
alışmışlar ki sizi hiç umursamıyorlar, yıkadıkları mor pantolonları,
kar beyazı çarşafları ,
kırmızı havluları asmaya devam ediyorlar. Sol tarafta tren çığlıklar
atarak geçer. Trafiğin uğultusu,
uzaklarda yüksek binalar ve yanınızda
tavus kuşu kuyruğundan yelpaze satmaya çalışan küçük çocuk , ‘çok güzel, çok güzel’ diye size
uzatılan baskı kına tahtaları,
uyduruk kolyeler başınızı döndürür.
Biraz daha ötede Asya’nın
en büyük gecekondusu Dharavi yer
alır.
Hava alanından gelirken mavi brandalı bölgeler görmüşsünüzdür, Mumbai’de gecekondu heryerde. Yoksulluk görmek için özellikle Dharavi’ye gitmenize gerek yok, en büyük otellerden birinin terasindaki Aer Bar’a giderseniz de aşağıdaki çürük diş gibi yoksulluk mahallesini görebilirsiniz; Mumbai’nin güneyi kuzeye bağlayan tek köprüsü Sea Link’i geçerken de. Ama eğer gitmek isterseniz 150 kişiye düşen bir tuvalete, derme çatma ondulinden yapılmış teneke evlerdeki televizyon antenlerine, tamircilere, kot pantolon atölyelerine bakabilirsiniz. Evlerin aralarında fotoğraf çekmenize izin vermezler, kanalizyon ve akar su olmadığı için eğer çok sıcak bir zamanda giderseniz çürümüş su, ağır çöp, pislik ve durgun deniz artığı kokuları zaten fotoğraf çekmek arzunuzu yokeder.
Hava alanından gelirken mavi brandalı bölgeler görmüşsünüzdür, Mumbai’de gecekondu heryerde. Yoksulluk görmek için özellikle Dharavi’ye gitmenize gerek yok, en büyük otellerden birinin terasindaki Aer Bar’a giderseniz de aşağıdaki çürük diş gibi yoksulluk mahallesini görebilirsiniz; Mumbai’nin güneyi kuzeye bağlayan tek köprüsü Sea Link’i geçerken de. Ama eğer gitmek isterseniz 150 kişiye düşen bir tuvalete, derme çatma ondulinden yapılmış teneke evlerdeki televizyon antenlerine, tamircilere, kot pantolon atölyelerine bakabilirsiniz. Evlerin aralarında fotoğraf çekmenize izin vermezler, kanalizyon ve akar su olmadığı için eğer çok sıcak bir zamanda giderseniz çürümüş su, ağır çöp, pislik ve durgun deniz artığı kokuları zaten fotoğraf çekmek arzunuzu yokeder.
Bırakın
yoksulluğu; kalkın, ertesi sabah Dadar çiçek pazarına gidin. Alacakaranlığın serinliğinde her
tapınakta gördüğünüz kavuniçi
kasımpatılar, açılmamış muz çiçekleri, lotus goncaları, leylaklar, iplere
dizilmiş yaseminler çuvallarla alıcı bekler. Pazar ağır, tatlı,hic bilmediginiz kokularla dolu bir sis bulutu
altındadır. Size bir tane beyaz frangipani verirler saçınıza takın diye, bütün gün sizinle birlikte dolaşır bu
narin çiçeğin rahiası. Çoğu
çiçekler tapınaklara yollanır, günün geri kalanını tapınaklarda yalınayak dolaşarak, verilen sevap helvalarından tadarak
geçirebilirsiniz, akşam yorgun argın otele döndüğünüzde kalabalığın artık sizi bunaltmadığını
farkedersiniz, ‘buraya iyi ki gelmişim!’ dersiniz çiçek hala saçınızda.