Sunday, December 16, 2012

15/12/2012


‘Siz planlar yaparken başınıza gelen şeye hayat denir’. Der John Lennon (kötü bir çeviri oldu, Zeycan arkadaşım daha iyisini yapar). Cuma akşam Nick 18.55 uçağı ile iki haftadır çalışıtığı Delhi’den gelecek, sakin sinemalı bir hafta sonu geçireceğiz, Noel biletleri alınacak, gizli yılbaşı hediyeleri planlanacak sonra da Pazartesi sabah işe, okula gidilecek.  Buraya kadar iyi.  Nick ‘kendimi iyi hissetmiyorum’ dedi, ‘aman buralarda dikkat etmek lazım’ diye hemen acile götürmek için  onu almaya hava alanına gittim. Uçak bir buçuk saat gecikti  ve  ben  bir buçuk saat kah elimdeki kitabı okuyarak, kah gelen giden insanları masala çayı eşliğinde seyrederek havaalanında bekledim. Ortalarda tuvalet yok, bilgi alınacak bir adam yok, kalabalık içinde dehşetli tek başınalık ile bekledim durdum.  Sonra bir baktım ki içi hat değil dış hatmış, başka havalanına gittim o Cuma akşamı trafiği ile.    Nick Mumbai sıcağında takım elbise ile bizi bekliyor, yorgun, hafif ateş, hasteneye vardığımızda ne Nick’de ne de bende konuşacak hal kalmamıştı.




Hastane buranın en pahalı hastanelerinden biri. Acilde bizi  hemen aldılar,  üşütmüsde olabilir, veremde, zatürre de Dengue de. Sıtma olma şansı da yüksek.   Testler yapılacak.   Demek ki burda kalınacak bu Cuma akşamı . Nick’in  ve Kitty’nin hastane maceraları meşhurdur, Kitty  küçükken  çok hastalanırdı, o kadar çok ambulans çağırmıştım ki,  yolda gördüğü beyaz arabalara ‘benim ambulansım’ derdi.    İngiltere’de kaç kere gece yarısı Nick’i hastanelere taşıdığımı anlatamam. Alışkın olmalıyım ama yine de uzakta olmak zor. Konuşacak kimsenin olmaması en uzak yer.  Arayıp ‘imdat!’ diyebileceğim kimse yok yakınlarda. Hem burası ‘Hastane’ dizilerinin çekildiği yer değil,  ‘Grey’s Anatomy’ dizisi hiç değil.  Hindistan’ın 4 Bungalow’ında açık balık pazarı, uyuyan köpekler ve tuk tuklar, sokak yaşıyanları, dilenciler, gecekondular arasından  gidilen 15 katlı bir hastane.  Doktorlar  iyi İngilizce  konuşuyor, hemşireler biraz, öbürküler hiç.  Beş dakka da bir gidip ‘ne oluyor, doktor nerde’  diye soruyorum.   Kendi aralarında Hint’çe konuşuyorlar biz bakınıyoruz Nick ile.  Acım, yorgunum, çay istiyorum. Ama röntgen çekilecekmiş, onu bekliyoruz. Yarım saat sonra küçük röntgenci geldi. Herkes onu beklediği için en önemli adamlardan biri Acilde.  Her gün yolda gördüğüm binlerce Hintli yüzden biri. Mobiletinde arkasında hanımı  ortada bebeği kendi önünde küçük çocuğu ile kasksiz, umursuz, boş bakışlı bir adam. Beni ordan oraya itiştiriyorlar neyse röntgen çekildi ‘evet biraz enfeksiyon var, yatıralım’. Peki yatırılsın. Hemen para konuşmaya başlıyor. Acile gitmek Rs 1000,  peki, tek kişilik bir oda Rs7000 ve kapora olarak bir lakh istiyorlar. 1 lakh ne kadar? £1000. Ona da peki.  ( £1 , 2.5 lira . ona gore hesaplayin, benu ugrastirmayin lutfen).Bir binadan ötekine elimde kağıtlarla koşturuyorum, aynı dili konuşsakta  bürodaki kadınla benzer şeyler anlamıyoruz. Ankara'da ‘simit’ isterken ‘gevrek’ derseniz nasıl yüzünüze bakarlarsa aynen öyle bakıyorum.  ‘taşımak, götürmek’  yerine ‘değiştirmek’ kelimesini kullandıkları için, neyi kimi değiştirip, neyi kimi taşıyacaklarını anlamıyorum. Sonunda Nick'in 15. Kata  çıkarılağacını anladım, koskoca hastane yatağının peşinden çantaları, ceketleri salkım saçak taşıyarak odaya çıktık. Oda tabii  ki hazır değil. Tuvalet kağıdı isteyip peçete, çay için sıcak şu isteyip musluktan akan sıcak şu  gelince biraz huysuzlandıysam da  artık sesimi çıkaracak halim ve gücüm kalmamıştı.

Nick’i orda bırakıp eve yollandığımda saat 12.30 du ve yollar gece hayatını daha yarılamamış insanlar ile doluydu. Kızım evde çoktan uyumuş,  klimasını açtım, en iyi arkadaşımın eşinin ölümünün 7. günüymüş yarın, ona ağladım biraz, ne kadar çabuk geçiyor zaman,  evin içinde ne yapacağımı bilemeden dolaştım,  bütün ışıkları açtım, kapadım, camdan dışarı hava alanında inen kalkan uçakların kırmızı ışıklarına baktım, ablamla konuştum,  çay içtim gecenin o saatinde. Sonra yattım, pencereyi açıp tül perdeyi çektim, dışardan gelen sokağın gürültüsü  ile Ankara’da annemin evinde olduğumu sanarak ağır, rüyasız bir uykuya daldım.


Tuesday, December 4, 2012

Yilbasinda Hindistan


Eğer her yılbaşında aşağı yukarı aynı yerlere gidip, aynı şeyleri yiyip, benzer içkiler içiyorsanız, bu yıl Hindistan’ı deneyin.   İlk önce Delhi’ye uçun.   Sabahın çok erken saatinde Delhi’ye göre soğuk ama Türkiye’ye göre ılık bir sabah sizi karşılayacaktır. öğlene kadar dinlenin, sonra  yemek için  kaldığınız otelde midenize çok fazla dokunmayacak, baharatlı tavuklu pilav ‘Biryani’ ve cacık benzeri ‘raita’ ile karnınızı bir güzel doyurun. Sonra bütün gün, Eski Delhi pazarında ilk Hindistan deneyiminize başlayın. Sokakların kalabalığı, insanların türbanları, sariler, dar paçalı pantolon üstüne giyilen şalvar kamiz tunikleri ile insanlar, köpekler, bisiklet arabaları, şallar, ordan burdan gelen şıkır şıkır şarkılar, sabah kepenk açarken günün iyi geçmesi için yakılan tütsü kokuları arasında  nereye bakacağınıza şaşıracaksınız.  Pazarda envai çeşit buhur, koku, şal, şıpıdık terlik pazarlık yapılmak için sizleri bekler.  Size söyledikleri fiatın yarı fiatından azı ile başlayın pazarlığa; arada bir yerde buluşursunuz. Sokak köşelerinde dönerci bıçağı kadar keskin bıçakla bir hamlede kesilen hindistan cevizi, nuh nebiden kalma merdaneli makinalar ile çıkartılan şeker kamışı suyu  ile tanışmanın vakti  de gelmiştir.  Başı en kalabalık olan satıcılardan cam bardak yerine kağıt bardaktan içmenizi  malum  temizlik nedenleri yüzünden öneririm.

Pazardan sonra ‘India Gate’ e yollanin. Bu  savaşlarda ölen askerlerin anısına   yapilmis 42 metre yükseklikte bir anıt.  Pamuk şekerciler, kınacılar, telden burarak yapılmış oyuncak bisiklet satıcıları RayBan gözlükçüler, temiz, geniş yeşil alan  Hindistan’in sadece tapınak ülkesi olmadığına kanittir.  Daha sonra Gandi’nin alçak gönüllü, sakin hayatı ve şiddetten uzak felsefesinin  yansıdığı anıt mezarında uzaktan gelen tuk tuk sesleri, kuş cıvıltıları arasında dinlenin biraz.  Akşam yemeğini  ya otelinizde ya da Delhi’nin modern restaurantlarında yiyebilirsiniz. Delhi insanı turiste çok alışıktır. Başkent olmasının getirdiği düzenlilikte taksi bulmanız kolay, gece ana caddelerde dolaşmanız  da.  Yine de düzenli çalışan Metro’da  çantanıza dikkat etmeniz gerekir.

Ertesi gün Hindistan’da göreceğiniz en güzel tapınaklardan biri olan devasa Akshardham tapınağına gitmeye hazırlanın. Giriş ücreti yok, ve çok uzaktan  yapının şeker pembesi rengi dikkatinizi çeker. Kum taşı ve İtalyan mermerinden yapılmış bu muhteşem yapı, yerdeki mozaikler, fil heykelleri, muazzam fiskiyesi ile rahat rahat dolaşabileceğiniz tapınaklardan biridir.     Öğle yemeğini   Café Coffee Day isimli küçük kafelerde küçük börekler, çay, güzel kahve ile geçiştirin. Kafeler klimalı ve temiz, hiç denemediyseniz baharatlı, sütlü  masala çayı ve acılı peynirli börekleri denemez gerekir.   İyi dinlenin çünkü öğleden sonra Red Fort (Lal Qila) ya gideceksiniz, Şah  Cihan zamanından kalma bu kaleyi görmek nefesinizi kesecektir.

Deniz kumundan yapılmış gibi duran bu kırmızı kale- ki kale  değil aslında surlarda çevrilmiş eski bir yerleşim merkezi- çocukluğunuzun peri masallarına götürecektir sizi. Büyük kapıdan içeri girerken etrafta türbanlı sarili Hintliler, ayak bilekleri zilli halhallı  çocuklar,  bir iki maymun, daha sesine alışamadığınız bu dil bir peri masalının içinde olduğunuz hissini pekiştirir. Mermer işçiliğinin güzelliği, duvarlardaki resimler,   işlemeler, duyacağınız hikayeler, Moğol yada başka bir değişle  Babür Hükümdarlığını tarih kitaplarından çıkartıverir. Aman dikkat, ortalıkta dolaşan su şişenizi almaya çalışan  maymunlar, dışarda ise peşinizi  bırakmayan satıcılar  canınızı sıkmasın.

Delhi büyük, gezilmesi  rahat bir şehir. Türkiye’den tur ile de gelebilirsiniz, eğer daha cesursanız  kendi başınıza da yola cikabilirsiniz. Günü birlik taksi tutmak  yol sorarak, kaybolarak dolaşmaktan kurtalacaktır sizi.  Taksileri kaldığınız otelden ayarlıyabilirsiniz. Türk olduğunuzu duyunca ‘sadece sizin için özel fiat' vereceklerse de pazarlık etmeği unutmayın.

Geziye Delhi'de başlamanın en iyi tarafı Taj Mahal’i görme imkanızdır. Taj Mahal Delhi’ye 5 saat uzaklıktaki Agra kentinde. Agra’da  sivil hava alanı yok ve tek ulaşım kara yolu ile. Eğer Clinton’un kızları ve  Prenses Diana kadar şanslıysanız özel uçağınızla da gidebilirsiniz tabii. Delhi Agra arası  kara yolu düzgün, trafik kontrollü ve 2.5 saat sonra mola verilecek yerlerde sucuk ve mercimek çorbası bulunmasa da pilav ve kara mercimekten yapılan  Dhal üstüne masala çayı sizi Agra’ya kadar tok tutacaktır. Yol boyunca büyük Hindistan platosu ve Yamuna nehrinin bereketi, develer, inekler, palmiye ağaçları, pirinç tarlalari, tek katlı en yeşil, en pembe, en kavunicine boyanmış derme çatma binalar arasında mobil telefon reklamları, ‘Thums up’ kola ilanları , kağnı çeken şu bizonları, eğer şanslıysanız bir iki fil sizi meşgul edecektir.

Taj Mahal Agra’ya girerken uzakta, bulutların yada şehrin puslu havasının arasında ışıltılı kubbesi ile hemen göze batar.   Aşağı yukarı her yerden fotoğrafı çekilebilir ve  çekilmiştir zaten.  Bulmanız çok kolaydır. Agra’da her yol Taj Mahal’a çıkar.   Taj Mahal, Şah Cihan’ın  pek yanından ayırmayı sevmediği, karnı burnundayken bile alıp da savaş meydanına birlikte götürdüğü,  14. çocuğunu   Sultan çadırında dünyaya getirirken ölen hanımının anısına yaptırdığı bir anıt mezar.   Koskocaman yeşil bahçenin içinde pembe mermer beyazlığı ile dört  minare gibi  kulenin arasında sakin, serin, sultanlara layık görkemi  ile öylece duruyor.    Tam karşıdan bakarsanız binanın simetrisine şaşmamak elde değil gerçekten.  Taj Mahal’in  en güzel göründugü zaman gün doğuşudur. Yani sabah  6.00 da.  Sabahın köründe orda olmak için giriş biletinizi bir gün önceden almak ve otelinize sizi erken uyandırmalarını söylemeniz gerekir. Alaca karanlıkta aynı  yöne doğru hızlı hızlı yürüyen gruplara sizde katılın, kuyrukta biraz bekledikten sonra, karşınıza bütün haşmeti ile çıkacaktır Taj.  Saat 6.00  da bile kalabalık olduğu için fotoğraf çekmek biraz zor, en güzel fotoğraf yeri giriş kapısınn sağında tuvaletlerin yanıdır.

Taj Mahal, eğer hikayesini bilmezseniz sadece beyaz,  bakılması güzel bir yapı. Eğer bir rehber bulursanız size tarihini , hikayesini, mermer işlemelerinin detaylarını, binanın içinde bakılacak yerleri gösterir ve o zaman Taj Mahal’in neden bu kadar ünlü olduğuna hak verirsiniz. Binanın içine ayakkabı ile girilmesine izin verilmiyor, rehberler – genellikle- sizin için mavi galoslar da getiriyorlar. Galosunuz yoksa ayakkabılarınızı  çantanızda taşımak zorunda kalabilirsiniz.

Taj Mahal’de  bütün gününüzü gecirebilirsiniz  ama içerde su da dahil hiç bir şey satılmasına izin olmadığı için açlık susuzluk canınıza tak edip otelinize dönüp güzel bir kahvaltı etmek için iki üç saat yeter.

Kahvaltıdan sonra   Şah Cihanın ölümüne kadar oğullarindan biri  tarafından  hapsedildiği Agra Kalesini (Agra Fort) gezmeye gidin.  Şah ölünceye kadar balkondan hanımının mezarını yaşlı gözlerle izlemiş, bu kale Taj Mahal ve kıyısındaki  ırmağın unutulmaz fotoğraflarını sunar size. Mekanın işçiliği, odaları, ırmak, Taj Mahal, insanlar, hikayeler, yorgunluğunuza degecektir.

Agra’da kalan vaktinizi mermer tozundan yapılmış küçük Taj’lar, kolyeler, yarı değerli taşlar için alış veriş ile geçirebilirsiniz.   Rehberiniz size yardım edecektir, ama aşağı yukarı her köşe başında benzer dükkanlar bulmak mümkün.

Agra’dan sonra ya Jaipur yada  Mumbai’ye geçin.  Jaipur da aynalı elbiseler, cayır cayır renkler, kavunici tonlu pembe binalar, kumlu sokaklar arasında cam bilezikler, tahta bebekler, deve derisinden ceketler  alarak dolaşabilirsiniz , Moğol imparatorluğunun izleri, taaa o zamanlardan kalmış astroloji merkezinde  (Jantar Mantar) hiç bozulmamış gökbilim  izleme binalarına şaşacaksınız ama eğer bunlar ilginiz çekmezse kalkın Mumbai’ye gelin. Mumbai Yılbaşına çoktan  hazırlandı. Zaten ışıl  ışıl  olan sokaklar bu sefer  Noel süsleri ile donandı, 33 derecede Noel babaya inanmak biraz zor olsa da  yılbaşı alış verişi için  Gucci’den Tommy’e  Jaguar’dan Bentley’e  ucuz kolyelerden sariye kadar, sokak pazarlarından inanılmaz pahalı AVM  arasında ne isterseniz  bulabilirsiniz.

Hava Delhi’den daha ılıktır, hirkanizi hic kullanmiyacaksiniz artik. Açık hava çamaşırhanesi,  uzun isimli (Chhatrapati Shivaji Maharaj Vastu Sangrahalaya Muzesi ),çok güzel müzesi,  mavi muşambalı gecekondu alanları , her köşe başında tapınaklar, ayinler,  Arap Denizi kıyısında akşam üstü gezmeleri ile değişik bir zaman geçirirsiniz Mumbai'de.

Yılbaşını  her otelde yapılan partilerde geçirebileceğiniz gibi Mumbai’yi boydan boya süsleyen deniz kenarında da kutlayabilirsiniz. Eylenceyi seven Mumbaikarlar  hem Noel’de hemde Yılbaşında havai fişekler, ses bombaları, balonlar ile yine sahilde olacaktır. Gece sadece makinanızı alın yanınıza; eylence  dozunu asmaz  ve eli sopalı polisler size güven versede   yinede dikkat etmek lazım.

Eğer şehir hayatı size fazla gürültülü geldi ise, Mumbai’den biraz uzaklaşmak isterseniz  güneye, Bangalor’a gitmeniz iyi gelir.  Bandalor'dan 6 saat suren yolculuk  İngiliz  egemenliği zamanına  Mysore’a götürür sizi.  Kocaman konaklar, tavanlarda asılı  pervaneler, verandalar ,   bir zamanlarin uzun elbiseli , eli dantel şemsiyeli  İngiliz hanımlarının,  beyaz keten takımlı beylerin  izlerini taşır.

Bir iki saat ötede Hampi’de  artık yok olan bir zamanın kalıntıları ile iç içe olacaksınız.  500 den fazla anıt, 100 den fazla gezilebilecek yer olduğu için bir, iki günden fazla zaman ayırmanız gerekiyor.  Koruma altına alındığı   için büyük otel   ve kutsal bölgelerden biri sayıldığı için içki satışı yok. Hassan da kalıp günü birlik geziler yapmak lazım.  Hampi daha turistlerin  çılgın istilasına uğramamış, hayat sakin ve yavaş.  Yorucu bir tatili noktalamak için en iyi yer.  Orada  yapılan alkolsüz parfümler, günnük ağacı sabunları, muz ağacından kalemler alınabilecek şeylerden bir kaçı.  Kocaman kaya tepelerinin üstünde itseniz düşecekmiş gibi duran  üç dört otobüs büyüklüğündeki taşlardan tutun da, tırmanılması imkansız gibi gözüken kaya kütlelerinin arasına sıkışmış gözlem evleri,  Roma tarzı su yolları,  yağmur yağdığı zaman müzik çalan anıt mezarlar, taşlara    kazinmis en narin tanri heykelleri, tapınak duvarlarında hikayeler, muz ağaçların arasından yürüyerek  gidilen  kır  kahvesinde   sedirlere oturulup önünüzen akıp giden  Tungabhadra   ırmağı kenarında muz çiçeği pilavı yiyerek geçirilen bir akşam üstünden sonra,  bir sonraki yılbaşında yine değişik bir şey yapmak isteyeceksiniz. Benden söylemesi.