Monday, April 23, 2012

bir pazar sabahi, sehir, din, aile ve haslanmis yumurta


Nerde olursaniz olun sabah erken kalkip yasadiginiz yeri ortalik bosken gormek lazim en az bir kere. Yollar bosken, kopekler daha agir kurt uykularindan uyanmadan, kuslar daha kahvaltilarini etmeden yola cikmak iyidir. Hele surekli yaz ve sicak olan bir ulkede sabah baska bir keyifdir.  Saat 8.30. Bir ben disardayim, bir de koruma gorevlileri. Gunun ilk cayini iciyorlar kucuk kagit kaplarda. Agir sutlu, bol sekerli, tarcin, yeni bahar, kakule ve karanfilli yogun bir  cay. Iki yudumluk kucuk kagit bardaklari kibar kibar tutuyorlar kucuk parmaklari havada.
 Yollar bos, kargalar hopliyarak  gecenin coplerine yaklasiyorlar.  Sokak koselerinde amcalar oturmuslar sohbet ediyorlar. ‘Namaste*’ lesiyoruz, hem sabahin korunde yabanci biri, hemde  onlara laf atan birini gormekten sasirmis toparlaniyorlar. Nereye gider bu kadin Pazar sabahi? 
 Bu kadin Juhu pazarinin otesinde modern, zengin Hare Krishna tapinaginin karsisindaki kucuk Shiva tapinagina gidiyor.   Gune hazirlanan pazardan geciyorum, sebzeci daha denkleri acmamis, sokagin ortasinda durup kafasini kasiyarak ispanak kolilerine bakiyor, balikci teyzeler, ellerinde buhur cubuklari ile tezgahlarini tutsuluyor. Daha Bindi*ci teyze gelmemis, onun masasinin onunde hic uyanmaya niyeti olmayan kendini sele serpe yola atmis kopek, dili disarda kimbilir neyin ruyasini goruyor.   Otobus terminalinde kirmizi otobus ilk seferine hazir. Kosedeki kilise ayine basliyacak, yerlere cicekler koymuslar, Isa carmihtan yari kapali gozlerle kendine gelenlere bakiyor aci icinde.

 Benim gittigim tapinak sokagin solunda. Kapisinin ustunde iki tane siyah fil hortumlarini kaldirmis, suslu semerleri altin yaldiniza bulanmis, tek ayaklari havada, hafif sirk fili durusu ile inananlari bekliyor.  Arkadasim da beni. Ayakkabilarimizi cikarip iceri giriyoruz. Buyukce bir salon ve ona bagli uc odadan olusan sevimli bir tapinak bu. Kosedeki amcadan sunak sepeti aliyoruz. 25 Rupee. Kagida aile adimi yaziyor. Robert Son. 'R' nin 's'nin kuyruklari kivrilmis, suslu bir yazi bu.  Bu seferki sunu  tepsi. Icinde kucuk  kucuk tek kisilik metal recel koyma kaplari var. Kucuk kaplarda  yogurt, pirinc, sivi yag, seker, tereyag,  bir iki kucuk yaprakcik ve iki buhur cubugu var. Sanki hos bir kahvalti yapilacak acik havada.

 Ilk once Hannuman Efendiye dogru gidip ayak ucuna bu tepsimizi koyup dua ettik. Hanuman Maymun tanri. Shivanin ve Rama’nin can yoldasi. Alcidan yapilmis, kavuniciye boyanmis, kocaman yuvarlak gozleri  ve belinden asagiya sarilmis lungi( pestemal) sinden kuyrugu yukari kivrilmis duruyor oyle.    Sabah ayininin (puja) bundan sonrasini anlatmaya kac kere baslayip, kac kere vaz gectigimi bilemezsiniz. Yaptiklarimiz, namaz kilarken dizlerinin ustune oturup sonra kalkip sonra yeniden oturup sonra alnini yere koymak kadar, Haci Bayram da kesme seker dagitmak , Agustosta kar yagdiran Kar Yagdi Sultan Turbesine bas ortu asmak kadar anlamli yada o kadar anlamsiz. Nasil  bakmak isterseniz, size mantikli yada cok mantiksiz gelebilir.  Her seyin sembolik oldugu bu dinde, yapilan herseyinde bir anlami var. Su agac aile agaci, onun etrafinda donerken  ailenize sihhat, afiyet diliyorsunuz, su oturan inek birbuyuk tanrinin  yol arkadasi, tapinagin catisinda  basinda ayin hilal sekli  olan ve   alnindan Ganj nehri akan  mavi tanri  ya da  onun erkek kardesi de nasibini almali sayginizdan. Her kes baska turlu saygi gosterir birilerine. El opmek,  babanin yaninda sigara icmemek saygi oluyorsa, niye  coreklenmis kobraya sut dokmek olmasin?  Mum yakmak oluyorsa niye hindistan cevizi kirmak olmasin? Bir suru sari kasimpati var elimizde, onlari kucuk buyuk tanri heykellerine veriyoruz, onlarda bize baska cicekler veriyorlar,   tapinak rahibi su sicratti ustume, kutsal su oluyorsa  kilisede burda niye sutlu su olmasin?  Mevlut sekeri kabulsa niye kucuk irmik helva toplari  kabul olmasin?  sacini basini sikica ortmek dogalsa alina kirmiz sari nokta koymak niye olmasin? 
Benim de alnima noktami, cizgimi koydular. Elime de  naylon torbada  hindistan cevizi, muz, cicekler verdiler , sallana sallana eve yollandim. Kucuk ekmek toplari, guzel domates, acur gibi salatalik aldim.  Koskocaman  taze hindistan cevizi suyu ictim ortaliga bakinarak. Pazardaki kiliseden ayin sesleri geliyor, onlar daha bitirmemisler. Kosedeki amcalar  gitmis coktan. Evde sevgili ailem daha yeni uyanmanin mahmurlugu icinde ortada dolaniyorlar.  Televizyon acik,  kahve yapilmis, gazete gelmis.  Alismis olmalilar benim sabah sabah yok olup geri gelmelerime hic yadirgamiyorlar kirmizi sari noktalarimi. Kahvalti masasi  hazirlanirsa bizim evinde  Pazar ayini de baslamis olacak.  Kocaman salata yapmali simdi. Yumurta haslamali, ekmek kizartmali. Tolstoy o cok huzunlu Anna Karenina  oykusune soyle baslar. 'Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.'
 Sizin Pazar gununuz nasildi?

1 comment:

  1. Ben pek Tolstoy amcama katilmiyorum! Ailenin mutlulugunda bireylerin kendi mutsuzluklari hice sayiliyor gibime geliyor..Hele tamamen bireyciligin ön planda oldugu gunumuzde, bireysel mutluluklar ve mutsuzluklar egemen topluma.. ikisi de cesitli ve bireye özel..neyse, tam istedigimi de yazamadim ama senin yazini keyifle okudum, bari bunu söyleyeyim:) Ha, ben bir de "happiness is boredom" diyenlerdenim :)

    ReplyDelete