Tuesday, May 14, 2013

bu Pazar


7 yasından beri ‘annem, ablam, ben’den oluşuruz biz.  Küçük bir atom çekirdeği aileyedik .  Üçümüz sokağa çıkma yasası olduğu günlerde yollarda kalmıstık, yine üçümüz Bayram ziyaretlerine giderdik. Şimdiki gibi hazır giyim olmadığı için annem dikerdi elbiselerimizi,  pantolonlarımızı. Çarşamba günü  serbest kıyafet günlerinde şık şıkırdım giderdik okula.  Küçüktük, annemizin elinden tutar tiyatrolara giderdik onun okulu ile. Küçük Tiyatro’da  yakası kırmızı karanfilli koca göbekli kapı görevlisi her seferinde ‘bunlar küçük çocuk’ diye almak istemezdi bizi. Her seferinde annem tiyatro müdürüne çıkar ‘bunlar eğitimli çocuklar, tiyatroyu çok severler; hiç ses çıkartmazlar’ diye bizi ortaya sürerdi. Biraz mahçup ( hekes bize bakıyor) biraz gururlu ( tiyatoya gideriz biz hep)  güzel elbiselerimiz ve rugan ayakkabılarımızla Anafartalar Lisesi kızları ile müdür beyin ‘tamam geçin ama bu son Eminanım’ı ile salonda yerimizi alır, yavaş yavaş sönen ışıklarla perde açılma hışırtısını beklerdik.
Her Pazar sabahı bizden önce kalkıp Büyük Sinema’ya bilet almaya giderdi. Doktor Jivago’nun otobüs peşinden Lara’ya bağırarak koşmasını gözlerimiz dolarak birlikte izlemiştik.  Sinemadan çıkınca yollar karla kaplıydı Rusya’daki gibi. Lapa lapa yağan Ankara karında tutuna tutuna, kaya kaya evimize  gülüşerek yürümüştük.  Mehmed Ali Erbil’in  ilk oyunu Küheylan’ı birlikte görmüştük, at kuklaların ne kadar büyük ve güzel olduğuna şaşarak. Bizi Kurtuluş Parkına götürürdü küçükken. Hiç sevmediğim, kalabalık, çoluk çocuk dolu parkta kitaplarımızla gider tarih çalışırdık (güya) ablamla  ben. Daha sonraları Kitty karnımda iken sabah yürüyüşüne gittik oraya.  Hatırladığım gibi değildi. Kol kola girip iki yana yalpalıyarak yürüdük her sabah. O biraz  yorgun, ben biraz hamile. Üniversitedeyken Beytepe otobüsünden inip, kestirmeden geçtiğim yollardı bunlar. Nikah dairesi ilanları yapıştırılmış  eskiden slogan dolu duvarlara.  Slogan zamanlarında birlikte beklemistik sabah çalınacak kapıları. İki ayrı odada, iki ayrı uyuyamayan anne ve kız. ‘Geçen gece Kitty partiden gece 12.00 de döndü’ diyorum, ‘bekledin mi pencere de’ diyor, gülüşüyoruz. O kötü dönemlerde pencerede beklediği söyler hep.  Ben beklemedim pencerede, mesaj attim beş dakikada bir.

Evinde kocaman bir sandığı vardır gençliğinden beri yanından ayırmadığı, sandığın alt gözünde  çok eksiden kalan kırmızı rujunun yanında hala gizemini koruyan   nota düdüğü vardır.  Gece siyahı, dokunması hoş, iki tarafında dört deliği olan nota düdüğü. Her deliğinden ayrı boğuklukta ses çıkar üfleyince ve annem mucizevi bir şekilde bu seslerin hangi notaya ait oldukları ve mandolinin hangi telinin ne kadar gevşek olduğunu bilirdi hemen.  Çok nadir şarkı söylerdi.  Öyle herkesin annesi gibi ‘lay lay lom’lu değil,  başını  yana eğer, sesini inceltip eğitimli opera şarkıcısı tonu ile söylerdi. Bana hiç geçmemiş şarkı söyleme yeteneği,  hayatımı kurtarmak için bile bir şarkı sözü bilemem, iyi bir ses çıkaramam. Ama tiyatro önlerinde kapıcı ile kavga etme huyu geçmiş.   Ona buna baş kaldırma, haksızlığa dayanama ve öğretmenliği ruhuma iyice işlemiş. Gördüğü her yerde sigara içenlere karışır, sokakta ağlıyan çocuklara çantasında her zaman bulundurduğu şekerlerden birini verir.  Ben Hindistan’da bile kavga eden sokak çocuklarını ayırıyorum.


Biz küçükken ablamla bana çok güzel yemekler yapardı yılbaşında. İçi pilavla doldurulmuş ayakları beyaz fırfırlara  süslü hindiler, perde pilavları, rulo pastalar.  Kitty’ye rulo pasta deyince ‘şeftalili, ananemin ki  gibi mi?’ diyor. Benim rulo pastam rulo olamıyor bir türlü.  Nick hasta olduğu zaman hala ‘ananenin mercimek çorbası’nı ister, biz Ankara’ya gidince çorba hazırdır, uçaktan gelir gelmez, saat kaçta olursa olsun içimiz ısınır, Türkiye’ye gelmenin en güzel yanıdır.


Yıllar önce  ben Amerika’ya gideceğim diye tutturunca Büyük Dünya Atlasında Kaliforniya’nın dünyanın öbür ucu oldunu  görünce ki  telaşını hatırlıyorum.     Aynı Atlasda Hong Kong’u bulduk birlikte daha sonra. Nick’le gideceğim için hiç sesini çıkarmadı  bu sefer.  Kalktı geldi benim yanıma o soğuk ve sevimsiz Huddersfield’e Kitty için. Üç ay geceleri nöbet tuttuk kızımızın  basında.  O zamanlar  Skype falan yok, Türk televizyonu yok,  kütüphaneden Türkçe kitap bulduk , Ramazan'da  Pakistan’lı dönerciden hurma ile açtık orucunu.  Kitty 14 yasında şimdi.  Annem en çok onu özler,  sesi bile değişir Kitty ile konuşurken.  El işlerine yatkınlığını annemden almış,  Kitty. Çalışkanlığını da. Bir arada olduklarında benim çocukluk yaramazlıklarımı konuşurlar bazen. Kitty ‘annesinin yaramaz olabileceğini hayal edemez’miş.  ‘Çok anlatma’ diyorum anneme, ‘beni masum bilsin kızım’.

Bu sene de anneler gününde orda değildik. Ama olsun; ablam vardı annemin yanında, simit yemişler sabah kahvaltısında. Mutfakta fotoğraf çektirmişler. İkisi yan yana mutlu, masa dolu, keyifler yerinde. Biraz sonra biz telefon ettik, gülüştük, konuştuk, anneler günü muhabbeti ettik.  Bir daha ki seneye mutlaka orda oluruz dedik.

Ne yapalım, uzakta olunca bu kadar kutlanıyor anneler günü.  Herkesin  de annesin günü de kutlu olsun, telefonlar edilsin, çiçekler gönderilsin.



No comments:

Post a Comment