7
yasından beri ‘annem, ablam, ben’den oluşuruz biz. Küçük bir atom çekirdeği aileyedik . Üçümüz sokağa çıkma yasası olduğu
günlerde yollarda kalmıstık, yine üçümüz Bayram ziyaretlerine giderdik. Şimdiki gibi hazır giyim olmadığı
için annem dikerdi elbiselerimizi,
pantolonlarımızı. Çarşamba günü serbest kıyafet günlerinde şık şıkırdım giderdik okula. Küçüktük, annemizin elinden tutar
tiyatrolara giderdik onun okulu ile. Küçük Tiyatro’da yakası kırmızı karanfilli koca göbekli kapı görevlisi her
seferinde ‘bunlar küçük çocuk’ diye almak istemezdi bizi. Her seferinde annem
tiyatro müdürüne çıkar ‘bunlar eğitimli çocuklar, tiyatroyu çok severler; hiç
ses çıkartmazlar’ diye bizi ortaya sürerdi. Biraz mahçup ( hekes bize bakıyor)
biraz gururlu ( tiyatoya gideriz biz hep)
güzel elbiselerimiz ve rugan ayakkabılarımızla Anafartalar Lisesi
kızları ile müdür beyin ‘tamam geçin ama bu son Eminanım’ı ile salonda
yerimizi alır, yavaş yavaş sönen ışıklarla perde açılma hışırtısını beklerdik.
Her Pazar sabahı bizden önce kalkıp Büyük Sinema’ya bilet almaya giderdi. Doktor
Jivago’nun otobüs peşinden Lara’ya bağırarak koşmasını gözlerimiz dolarak
birlikte izlemiştik. Sinemadan
çıkınca yollar karla kaplıydı Rusya’daki gibi. Lapa lapa yağan Ankara karında
tutuna tutuna, kaya kaya evimize
gülüşerek yürümüştük. Mehmed Ali Erbil’in
ilk oyunu Küheylan’ı birlikte görmüştük, at kuklaların ne kadar büyük ve
güzel olduğuna şaşarak. Bizi Kurtuluş Parkına götürürdü küçükken. Hiç
sevmediğim, kalabalık, çoluk çocuk dolu parkta kitaplarımızla gider tarih
çalışırdık (güya) ablamla ben. Daha sonraları Kitty karnımda iken
sabah yürüyüşüne gittik oraya.
Hatırladığım gibi değildi. Kol kola girip iki yana yalpalıyarak yürüdük
her sabah. O biraz yorgun, ben biraz hamile. Üniversitedeyken
Beytepe otobüsünden inip, kestirmeden geçtiğim yollardı bunlar. Nikah dairesi
ilanları yapıştırılmış eskiden
slogan dolu duvarlara. Slogan
zamanlarında birlikte beklemistik sabah çalınacak kapıları. İki ayrı odada,
iki ayrı uyuyamayan anne ve kız. ‘Geçen
gece Kitty partiden gece 12.00 de döndü’ diyorum, ‘bekledin mi pencere de’
diyor, gülüşüyoruz. O kötü dönemlerde pencerede beklediği söyler hep. Ben beklemedim pencerede, mesaj attim
beş dakikada bir.
Evinde
kocaman bir sandığı vardır gençliğinden beri yanından ayırmadığı, sandığın alt
gözünde çok eksiden kalan kırmızı
rujunun yanında hala gizemini koruyan nota düdüğü vardır. Gece siyahı, dokunması hoş, iki tarafında dört deliği olan
nota düdüğü. Her deliğinden ayrı boğuklukta ses çıkar üfleyince ve annem
mucizevi bir şekilde bu seslerin hangi notaya ait oldukları ve mandolinin hangi
telinin ne kadar gevşek olduğunu bilirdi hemen. Çok nadir şarkı söylerdi. Öyle herkesin annesi gibi ‘lay lay lom’lu değil, başını yana eğer, sesini inceltip eğitimli opera şarkıcısı tonu ile
söylerdi. Bana hiç geçmemiş şarkı söyleme yeteneği, hayatımı kurtarmak için bile bir şarkı sözü bilemem, iyi bir
ses çıkaramam. Ama tiyatro önlerinde kapıcı ile kavga etme huyu geçmiş. Ona buna baş kaldırma, haksızlığa
dayanama ve öğretmenliği ruhuma iyice işlemiş. Gördüğü her yerde sigara
içenlere karışır, sokakta ağlıyan çocuklara çantasında her zaman bulundurduğu
şekerlerden birini verir. Ben
Hindistan’da bile kavga eden sokak çocuklarını ayırıyorum.
Biz
küçükken ablamla bana çok güzel yemekler yapardı yılbaşında. İçi pilavla
doldurulmuş ayakları beyaz fırfırlara süslü hindiler, perde pilavları, rulo pastalar. Kitty’ye rulo pasta deyince ‘şeftalili,
ananemin ki gibi mi?’ diyor. Benim
rulo pastam rulo olamıyor bir türlü.
Nick hasta olduğu zaman hala ‘ananenin mercimek çorbası’nı ister, biz
Ankara’ya gidince çorba hazırdır, uçaktan gelir gelmez, saat kaçta olursa
olsun içimiz ısınır, Türkiye’ye gelmenin en güzel yanıdır.
Yıllar
önce ben Amerika’ya gideceğim diye
tutturunca Büyük Dünya Atlasında Kaliforniya’nın dünyanın öbür ucu oldunu görünce ki telaşını hatırlıyorum. Aynı Atlasda Hong Kong’u bulduk birlikte daha sonra.
Nick’le gideceğim için hiç sesini çıkarmadı bu sefer.
Kalktı geldi benim yanıma o soğuk ve sevimsiz Huddersfield’e Kitty için.
Üç ay geceleri nöbet tuttuk kızımızın
basında. O zamanlar Skype falan yok, Türk televizyonu yok, kütüphaneden Türkçe kitap bulduk ,
Ramazan'da Pakistan’lı dönerciden
hurma ile açtık orucunu. Kitty 14
yasında şimdi. Annem en çok onu
özler, sesi bile değişir Kitty ile
konuşurken. El işlerine
yatkınlığını annemden almış,
Kitty. Çalışkanlığını da. Bir arada olduklarında benim çocukluk
yaramazlıklarımı konuşurlar bazen. Kitty ‘annesinin yaramaz olabileceğini hayal
edemez’miş. ‘Çok anlatma’ diyorum
anneme, ‘beni masum bilsin kızım’.
Bu
sene de anneler gününde orda değildik. Ama olsun; ablam vardı annemin yanında,
simit yemişler sabah kahvaltısında. Mutfakta fotoğraf çektirmişler. İkisi yan
yana mutlu, masa dolu, keyifler yerinde. Biraz sonra biz telefon ettik, gülüştük,
konuştuk, anneler günü muhabbeti ettik.
Bir daha ki seneye mutlaka orda oluruz dedik.
Ne
yapalım, uzakta olunca bu kadar kutlanıyor anneler günü. Herkesin de annesin günü de kutlu olsun, telefonlar edilsin, çiçekler
gönderilsin.
No comments:
Post a Comment