Thursday, May 30, 2013

Chennai, Pondicherry


Tapınaklar şehri Chennai bir tarafını Bengal körfezine vermiş, sakin denizin serin meltemi ile kumları savrularak  güneşleniyor.  Tanrıların en yavuzu, erkek güzeli Krishna ve  en iyi arkadaşı Arjuna’nın maceraları her an karşınıza çıkıyor burda. 
Hint efsanesi Bagwad Gita'da anlatılan her öykü  şehrin tapınaklarına yansımış.  En büyük tapınak eski şehrin göbeğinde Parthasarathy   yüksek kuleleri ile çok uzaklardan bile gözünüze çarpıyor. Hani 'Hindistan’a gidilince mutlaka Taj Mahal görülmeli' derler ya, bu tapınak da Güney Doğu da görülmesi gerekenlerden biri. Kulelerin her biri tanrıların savaşları,  maceraları, aşk hikayeleri ile dolu. Her biri mermerden değil, taştan oyulmuş, ve renkahenk boyanmış. Mutlaka rehberle gezmeniz gerekiyor. Eğer rehbersiz dolaşırsanız,  Efes harabelerini  yarım saatte dolaşmış gibi olursunuz, size pek bir şey ifade etmez. Ama tapınak istemiyorsanız Chennai alış veriş için kısa bir durak olarak da işinizi görür. Palmiye yapraği üstüne cizilmis hikaye panolari,  ipek şallar, deve derisinden şıpıdık terlikler üçer beşer alınmalıHindistan’ın başka şehirlerinde olduğu gibi alabildiğine pazarlık etmeniz gerekmiyor burda. üstelik  Chennai et yemez Hindistan’da iyi bir fırsat. Restoranlarda buralarda Müslümanlar tarafından sıkça kullanılan keçi eti de bulmak mümkün, dana eti de. Madras körisi ile pişmiş yemeklerin en lezzetli örneklerinden tıka basa yiyebilirsiniz, aman dikkat, acısı boldur, cacığa benzeyen, yemek arasında ağzını ferahlatmak için kaşıklıyacağınız  'raita'larda bile  kızarmış bir adet kırmızı biber bir uyarı gibi size bakar.  Yemeğin yanında mangolu ayran biraz kendinize getirir sizi.  Sabahları mutlaka Hint krepi Dosa yiyin. Bu incecik krep sade de yenebilir, yanında kırmızı sos 'sambar' ve hindistan cevizi ezmesi ile de.  Zencefilli  hint çayıni unutmayin. Chennai’ye iki saat uzaklıktaki Pondicherry'e,  şu son zamanlarda çok beğenilen 'Pi'nin Hayatı'  filminin geçtiği  kasabaya kadar bu kahvaltı ağzınızın tadını korur.

 Yol boyunca irili ufaklı tapınaklar o kadar çok ki  ‘Aa! burda da bir tane daha var’ diye bakmaktan vazgeçeceğiniz sıradan bir görüntü oluyor sanki renkli tapınak binalari. Kocaman mavi kırmızı boynuzlu mandalar, renkli türbanlı amcalar, ışıl ışıl sarili mango satan teyzeler, trafiğin korkunçluğu, süslü boyalı kamyonlar , ağzına kadar dolu tuktuklar, okula giden bisikletli kız grupları bu iki saatlik yolun kolay geçmesini sağlıyor. Mutlaka otobüsün şoförüne Hint müziği çalmasını önerin.  Bir süre sonra kendinizi hafif tempo tutarken bulacaksınız.
 


Yol üstünde  bu kadar renkli tapınak, heykel arasında  bile  Auroville’in altın renkli kubbesinden söz eder çoğu insan.  Ana yoldan 10 dakika icerdeki  bu modern meditasyon merkezi 60li yıllarda kurulmuş. 126 ülkenin toprağı getirilmiş törenle bir kenara konmuş. O tarihlerde Türkiye’deki insanların oraya buraya barış ve huzur adına toprak gönderecek halleri olmadığı için Türkiye’den toprak yok.
Çok bakımlı bahçelerin ortasında  36 metre çapında    1400 adet küçük çemberlerden oluşan    devasa tenis topuna benzeyen yapıya ancak uzaktan bakabiliyorsunuz. Temiz  yemekhanesinde oturabilir,  kendi ürünlerini sattıkları dükkanından alış veriş edebilirsiniz. Ama bu görkemli yapıya ancak ‘burayı ciddiye alanlar ’ girebilir.  Bahçenin giriş kapısının yanındaki kocaman ağaca asılı hafif bir esinti ile bile dingin ses çıkartan metal boruların  altında dinlenin biraz. Daha sonra el yapımı sabunlar,  beyaz elbiseler, güzel kokular almak için üç büyük dükkanı ziyaret edebilirsiniz.

Pondicherry ise başka bir alem. Hava her zaman sıcak.  Deniz kenarından ağır ağır şehrin içine yol alırken  sanki pastel renkli eski bir film dekoruna adım atıyorsunuz. Ortalık sakin.  Çoğu yapılar iki katlı, Fransız egemenliği zamanından kalmış, sokaklar başını beyaz pembe çiçeklerin ağırlığı ile eğmiş begonvillerle kaplanmış. Ayağını sürüyerek başının üstünde sepetle çiçek taşıyan, sarisini ucunu  beline tikistirmis  kadınlar, bir iki tuk tuk, sakin sakin eşelenen horozlar ‘iyi ki buraya geldik’ dedirtir, hafiften mutluluk gelir sizi bulur.    L'Orient Otelinde öğle yemeği  bu hayal dünyasını sürdürür.  Eski bir  Fransız evi restore edilmiş,  avluda o zamanların masaları, sandalyeleri ile kocaman yapraklı ağaçların serinliğinde ızgara et ve sebze, yanında bol buzlu yeşil limonata yemek saatini biraz daha uzatma tehlikesini arttırıyor. Yerel kırmızı şaraplar güzel ve fiatı daha sonra sizi pişman etmiyecek kadar uygun.  Saat 4 de kadar bu ortamda Jaz dinliyerek, Edith Piaf şarkılarını hatırlıyarak  huzur bulun. Saat 4.00 de Pondicherry'nin en gözde kadını kocaman Fil Laxmi’yi görmeye gidin. Küçük bir sokak arasındaki curcunalı tapınak önünde Laxmi’cik vereceğiniz otu yemek için hortumunu uzatır. Karşı taraftaki dükkandan bir demet ot bizim paramızla 25 kuruş. 25 kuruşa başınıza zarifçe dokunur ve sizi kutsar. Daha sonra ana caddedeki bu kasaba irisinin tek müzesini görmemezlik etmeyin. Müze bekçisi orta yaşlı teyzelerin oturup dünya ahvalini konuştukları  bu küçücük binada  görebileceğiniz en güzel bronz heykel koleksiyonu var. Tozlu camekan arkasında  tanrı Shiva dört kolu ile evrenin ortasında dans eder. Gözler bir tek kendinin duyduğu müzik ile ağırlaşmış,  parmaklar kıvrılmış, başını  yana eğmiş davulların ritmine uymayı bekler.

Pondicherry'de   yemek ve tapınak gördükten sonra zaten başka bir şey yapmaya haliniz kalmıyacaktır. Bir iki ipek şal,  boncuklu çanta, cam bilezik alışverişi ile geceye hazırsınızdır. Gece, kumsal ata binmeye gelenler, tüfekle balon nişancıları, haşlanmış mısır,  patlamış pirinç, soğan ve domatesten oluşan kağıt tabaklarda hapır hupur yenen abur cubura  koşan çoluk çocuk insanlarla  dolar.

Siz siz olun uzun bardaklarda turunç suyu için otelinizin bahçesinde. Düzenlenen Hint dans gösterilerini izleyin,ışıl ışıl gökyüzüne bakın,  Küçük Ayıyı, Kutup Yıldınızı görmeye çalışın, iyi dinlenin çünkü bir sonraki gün   Mamallapuram açık hava müzesini ve tanrının elinde tuttuğu yağ topağini, gölgesinde korkuyla oturacağınız o heybetli kayayı görmeye gideceksiniz.

1 comment: