Friday, March 30, 2012

hayatimdaki insanlar1


Nam:
 Bedensel gelisme hocam. Kucuk, findik kadar bir kadin. 4 yasinda bir kizi var. Haftada iki sabah  bana geliyor , uc sabah bir arkadasima gidiyor. Bizden sonra yakindaki bir salonda aorebik ogretiyor.  Yoga yapmiyor ama pilates oneriyor.  Kirmizi et hic yemez. Tavuk da  yemez. Bana protein yememi , yumurta beyazindan omlet yapmami oneriyor. Peynir, yogurt fazla yagli oldugu icin yemiyor.  ‘peki, sen ne yiyorsun protein olarak’ dedigimde bakliyat ve tofu yedigini soyluyor. Oglen kuru fasulye yiyebilirmiyim ben? Sabah yumurta beyazindan yagsiz omlet? Zeytin yagini pek bilmiyor, salataya (salata degil sadece marul yapragi- Ah Zafer'in salatalari!) na soya sosu koyuyor ve kucuk fasulye filizi.  Taze kucucuk fasulyeler daha yeni cimlenmeye baslayinca  marul yapraklarinin ustune sacarsaniz hafif  findik fistik tadinda, lezzetli bir aliskanlik yapiyor.  Ben yine de zeytinyagi, kucuk limon ve tuz ekliyorum. ( bunu ona soylemedim daha).
Arabasi var. ben soforun kullandigi kocaman 7 kisilik arabada bile yuregim agzimda dolasirken o cesur kadin fitir fitir oralara buralara gidiyor. Kucuk kizini yuvaya birakip bana geliyor, benden derse. Kucuk kiz sabah 6 da kalkiyormus, oda et yemezmis, pasta kek borek gibi seylerde. Ciklet vermemis daha kizina.  Nam’im esi de ayni yolda. Oda erkekler  icin fitness ogretmeni.  Kisa boylu bodur ve yapili bir adam. Cok koyu kahverengi sihaya calan gozleri var. Konusurken ici guluyor.
 Sabah 8.15 de kapiyi calar. Eline torbasi icinde iskence aletleri. Bu gun TRX diye bir sey, kapiya takiyoruz, yamac parasutu gibi, surf yaparmis gibi posiyonlarda iteliyip cekistiriyorum aliskin olmayan bedenimi. Sonra salonu uzun adimlarla arsinliyorum, yerlerde bir o ayagimi bir bu bacagimi kaldirip indiriyorum. Arada konusuyoruz. Eger konusabilirsem verdigi hareket cok zor degil diye ya sayisini ya da gucunu artiriyor.  ‘Pembe oldunuz simdi’.  Gulumsuyor. Demek ki zor hareket bu.  O bana Hint Ingilizcesi ben ona Ingiliz Ingilizcesi konusuyorum. Alnina kirmizi nokta koymuyor, Ben sorunca da kikirdiyor, ‘annem kiziyor koymadigim icin’  diyor. ‘Sadece sari giydigimde, ve dugunlerde takiyorum’.‘ Bati giysileri ile yakismiyor’, Sacinin ayrik yerine de (vermilion) kirmizi toz surmuyor. Leke yapiyor-mus.  Ben asi gencligin bir parcasiyim’  diye ekliyor evli, bir cocuklu 32 yasindaki  Hintli beden egitimi hocam. Bakiyorum ona, icinde ne asi firtinalar kopuyorsa hic haberim yok,  pantolon giymek, bindi takmamak, araba kullanmak,  kendi sectigi kocasinin ailesi ile yasamamaya direnmek, kizini yuvaya gondermek ve sadece bir hizmetcisinin olmasi asilik. Teninin guneste koyulasmasindan ve ellerine ayaklarina kina yakmaktan hoslanmiyor. Sadece ozel gunler icin yapilmasi gerektigine inaniyor.
 Iki gun sonar gorusmek uzere ayriliyoruz, bir saat onunla gecirdikten sonar butun gun oram buram agriyor.
 ACE:
 Cenc bir oglan. 23 yasinda kuzeyde oturur. Motorskileti ile gelir, kaskini kapinin yanina koyar.  Kahverenginin en guzel tonu yapili bedeni ve kocaman gulumsemesi ile   salona girer. Kulakliginda Hint pop muzigi vizildar. Goz bebekleri ve gozunun rengi ayni. Kapkara. Ilk once neden rahatsiz oldugumu anlamamistim. Karanlik kuyulara bakmak gibi bir sey onunla goz goze gelmek. Bembeyaz disleri ile benim can cekismelerime gulumsuyor. Power Yoga kim ben kim. Gerinen kopek yerine oturan kopek hareketi daha uygun benim icin.  Ailesi ile oturuyor, kendinden kucuk oglan kardesi var daha okuyor. Babasi calismiyor ve ailesine bu genc adam bakiyor.  Kiz arkadasin var mi sorunu sormadim daha. 54 yasindaki kadin niye ilgilensin genc oglanlarin sevgilileri ile?
 Cay icmez, sadece su icer, su sisesini agzina degdirmeden, yere dokmeden buyuk bir ustalikla likir, likir  doker bogazina.
 Ona hayranim, yillarca yoga yapmaktan her hareketi agir ve olculu, elleri buyuk ve her an bir yoga posisyonu gosterir gibi duruyor.   Ben daha bilegimi oniki defa saat yonunde donduremezken o ‘gunesi selamlama’ hareket butununu hemencik yapiyor. Ben ona yetisemiyorum, sakin sakin ellerini ayaklarini yere koyup, oturup kalkiyor ben oflayip pufluyorum.
NEETA:
 Temizlikci hanim. Bir yudum sey. Kitty nin kuculen pantolonlari ona buyuk geliyor. 4 yasinda Krish adinda ates parcasi bir oglu var. Kucuk bir yerde oturmalilar, bir gun oglancik buraya geldiginde evi bastan basa kosmustu. Kitty nin ‘angry bird’ oyuncagi ile oynamasina ses cikarmadim, oda kirdi ve bize soylemedi.   Neeta ablasi ile birlikte gelir. Ablasi bordo sari giyer, Netaa salvar Kamez ( pantolon tunik). Ablasi hic ingilizce konusmaz, mutfagin ortasina bagdas kurar oturur, bulasik makinesi oyle bosaltir.  Bana hep kikirdar. Beni sevip sevmedigini bilmiyorum,  biraz garip geldigimin farkindayim.  Nasil oturduguma, cay bardagini nasil tuttuguma, ayakkabilarima , utuledikleri gomleklere bir baska bakar.  Neeta pitir pitir yerleri siler, utu yapar. Komur utusune alistigi icin utuyu bastira bastira kendini yorar. Yeni aliskanlik ogrenmek ne kadar zor. Kac  kere boyle yap dedigsemde yine yorularak utu yapar. Ben pazardan adini bile bilmedigim sebzeler aliyorum, o bana pisiriyor. Adini soyluyor ,bende internetten bakiyorum.  Pisirdigi yemekler  kimyon, zerdecal , aci biber ve toz kisnis agirlikli.  Sogani kavur, bu baharati koy, ne sebzesi varsa onu da ekle, dogranmis domates koy , kavur ve pissin. Ama nedense her yemek ayri bir lezzette, ayri bir cok acilikta.  Bana Hint ekmegi pisirmesini ogretti. Kucuk oklavayi cevirirken onun hamuru yuvarlar aciliyor, benimki ecis bucus. Ekmek yapmak ciddi bir istir, hic gulmuyoruz benim yaptiklarima. 
 Gecen gun ona top kek yapmayi ogrettim, ablasi ile geldiler, herseyi yutarak ogrendiler. ‘Bunlari yap, satarsin’ dedim, cok memnun kaldi, ucarak yaptigimiz kekleri ogluna goturdu. Keklere Krish kek adini verdik. Tarifini oyle yazdim. keklerden birinin ustune 'Nutelle' surdum, ve boylece kucuk oglan erimis cukulata tadi ile tanisti, masumiyet bozuldu.

Monday, March 26, 2012

The Golden Triangle


Delhi, Agra and Jaipur are three cities not that close to each other. They are considered to be the corners of the  ‘golden triangle’ in India, and the only reason for that is transportation. There is no airport in Agra (sorry wrong- there is a military one for the likes of Diana and Chelsea) and you can only reach Agra from Delhi and /or Jaipur with 5-hour drive. They are interesting cities in their own rights and there is not any particular cultural connection between them.
Firstly Delhi is the capital city and like most capital cities more organized, cleaner, and more city like than the rest of the country. The parliament and foreign embassies are there so those kind of people need to have more 9 to 5 jobs, they need to see the more official side of life, hence the organized but not very interesting towns. I am probably wrong about Delhi but we had a patronizing guide who did not want me to see the old part of the town, so we saw the aforementioned type of ‘New’ Delhi.
 The second stop is Agra.  Agra exists because of Taj Mahal et.al. There is the Taj Mahal, and the fort, in which Shah Jehan was imprisoned until he died overlooking the Taj where the favourite wife was buried.  You enter the town from an insignificant point. You go through rickshaw repair areas, shanty towns, caravan stops for lorries with black pompons dangling from their side mirrors, Pani puri sellers, bicycles carrying big loads of something, human tuk -tuks with their lean legs and cheap towel wrapped heads and then on the left towards the horizon the dry season dribble  of the smelly  Yamuna river with silvery mud,  a bloated dead dog, crows circling some rubbish piles behind the walls, you see ‘the pearl’.  Taj Mahal. It is called the teardrop, etc.  Because it is on a flat area and you can see it from miles away. It is like Big Ben, Blackpool tower; The Eifel tower wherever you look you can see a glimpse of it. By the time you get to see it you almost had enough of the hype.
 The best time to go and visit the Taj is between October and January, After Jan. ( as they call it here) it gets too hot. We went there in March and the sweat was meandering through my back into my thinnest linen trousers. The best day to see it is Wednesday. It is closed on Friday, you can go into the nearby mosque only to pray and it is closed after the evening payer. It gets very crowded on Saturday Sunday, and Monday because people take a day off for the tour, Tuesday is better than Monday and Wednesday is best day. Thursday gets more crowded since Friday is closed.  If you managed to get there on the right day, the best time to see it is at sunrise. It was when we went there 6.00 o’clock.  You need to stay in a nearby hotel since you need to get up early to join the queue. We got up at 5.20, out of the hotel 5.30 and there were people already up and on their busses with sleepy eyes and jumpers. You have to park outside in a parking area and after that you can either walk, take a tuk-tuk, a camel, or a minibus kind of thing. From a certain point onwards everybody has to walk. The Taj has to be protected from pollution and some years ago it was bathed with milk and sandal wood powder – an ancient recipe for the ladies to enhance their glow. When you do the circumpreambulation, you get out and back to the hotel for a hearty well-earned breakfast. Either go around the fort and see it from where the husband watched until the day he died or start the drive to Jaipur. It takes 5 hours.
 The road is a dual carriageway. The lorry lane is the right one, the ox, walking ladies; small bicycles, plump rickshaws and cows keep to the left lane. Camels decide whether they want to gallop (right lane), or slow pace  (left lane). Our car kept to the right when we wanted to over take he ‘honked ok’ and slid to the left lane towards the riff raff of traffic. Nick was the co pilot and he only grimaced once when the driver wanted to have a long conversation on his mobile. The car did not have back seat belts, but we were lucky we did not need them.
 I insisted that we stopped on the way after 2.5 hours we had coke ( our standard drink where ever we went)  Nick and Kitty had  chips and spring rolls. The driver knew where to stop, the food was good but there was group of Italians and we had to wait for them. Surprisingly they ate in silence and left immediately).
 Jaipur is best arrived at sunset. Approaching the city the landscape changes from cow pat heaps to orange colored soil and with the low sunlight I cannot find the conventional name for any colour. Dark Nescafe brown to milky masala tea grey, pomegranate maroon to honeydew melon pink is there. You enter to a tired but pink city with old men wearing vibrant turbans. Neon pink, saffron yellow, paan green, coconut white turbans on the sun darkened complexion of handsome men slowly go home. You know inside you that this is a different town, not like the previous two.
 In the morning after you have washed off your bindi on your forehead go to the Wind Palace. It is a latticed façade of a building for ladies to sit and look out to the streets in Bazaar days. I never understand people’s obsession with women, they are almost scared of them. In every decade men put them behind lattices, veils, carpets, saris, so other men would not see them. This one is a 4-5-storey sand stone pink building, it has little green windows where you can sit cross-legged and look at the elephants, camels, bangle sellers, carpet bargaining sounds of the men below. There are floors of little green windows, star shaped openings the wind comes through. It is 40’c outside, by the latticed stars there is a little breeze to cool these heavily costumed ladies watching the bazaar go by.
 When there is little hunger and thirst brake time we went to City Palace. In the coolness of its café came a man with long skinny trousers and a red flirty skirt. He has one of those turbans with a bow and clear honey eyes on a velvety brown complexion. He has an instrument, which can be the grandpapa of a violin; it is that simple, that hand made only three strings. He started playing behind Kitty’s chair, one of the saddest songs I have heard recently. Our guide joins in mumbling. In the heat of Jaipur between chips and Coca Colas we had ordered he sings an ancient hamlet song
 When I hear the whistle of the train.
My heart flutters,
 It may have my man on it,
 I am left behind here for so long
My heart flutters
When I hear the whistle of the train
He may come to take me away.
 This little song he plays with small strokes of the bow, tiny bags of blue dangles from the neck of the violin grandpapa, he sings and gives a little twirl; the red skirt whirls around him. Coins in the little bags tinkle lightly.
It is almost too much for me. The heat, the sand, the dust, the story of all those ladies, the sadness behind the lattice waiting for the market day, waiting for the train whistle can make me cry for all and each of the women who have lived there. Luckily there is a crying child and an elephant shaped balloon to bring me back to reality. There are more things to see.
PS: The man's photographs are on Facebook

Saturday, March 24, 2012

zenginin mali, zugurdun dili

Kitty gecenlerde arkadaslarinin birine hafta sonunda misafirlige gitti. Ev bizden yarim saat uzaklikta guneyde , Mumbai’nin daha hareketli bir bolgesinde. Ben de ordan ev kiralamayi istemistim ama, okula ve Nick’in isine uzak diye pek sicak bakmamistik. Hem Nick bu simdiki kaldigimiz mahalleyi daha ‘sakin’ buldu. Etrafimizdaki Ingilizelerde ‘yakinda park var’, ‘hem cok sakin , sehrin gurultusunden uzak’ diye beynimi yikamislardi. Uc hafta once tasindigimiz ev 7 katta , ici gercekten guzel, ferah, uzaktan hava alani ve iki bina arasindan deniz bile gozukuyor. Slumdog Milyoner filmindeki derme catma yoksul bolgede biraz uzaklika. Annemin Ankara daki evi 7. katta ve sehrin orta gobeginde oldugu icin yukseklige ve apartman katina aliskinim, hatta Ingilizlerin tutkunu oldugu bahce icinde iki katli evden daha da severim. Ustelik, annemin evi Ankara Koleji nin hemen yaninda cadde ustunde oldugu icin sokak ve okul cikisi cumbusu hayatimin bir parcasi idi uzun zaman. Nasil olduda bu Ingilizlere aldandim, sakin mahalleye kandim bilmiyorum.
Iste Kitty yi araba ile arkadasinin evine gotururken burda kaldigim surece o bolgeden her gectigimde soyliyecegim o cumleyi yineliyorum: ‘ Ben Mumbai’nin bu bolgesinde yasamak isterdim’. Kimse sesini cikarmiyor, benim mutsuzluguma cevap vermezlerse unutacagimi saniyorlar. Kizin evi 17 katli bir binanin 14. katinda. Binaya girmenin o kadar kolay oldugunu sanmayin. Apartman girisinde kocaman kapi sadece orda oturanlarin arabalarina aciliyor. Kapidan kizin adini soyluyoruz, 4 tane uniformali bina bekcisi bizi asansore yonlendiriyor . Bir asansor misafirler ve ev sahipleri, oburku hizmetciler ve eve tamire gelen ler icin. Iki ayri insan grubunun ayni asansoru kullanmasi dogaya aykiri bir sey. ( bizim apartmanda da iki asansor var. yan yana Birinin ustunde ‘personel’ oburkunun ustunde ‘ev sahiplari ‘yaziyor. Ben ev sahibi asansorunu beklemeden hizmetci asansorune bindigimde, her sefer bekciler ciglik ciglik beni durduruyorlar).
14. kata cikiyoruz. Kitty buraya daha onceden geldigi icin daha rahat. Butun kat onlarin diyor. Olabilir. Bizim 7. katta da bir tek bizim dairemiz var. Asansor kapisi evin koridoruna aciliyor. Sol tarafta kapisi acik bir oda gozume carpiyor plastik sandaleyede biyikli ve iyi beslenmis uniformali koruma gorevlisi ve gencten yamagi ile goz goze geliyoruz. Kitty’nin arkadasinin adini soyluyorum, karsidaki kapiyi gosteriyor. Kapiyi Hint giysili bir genc kiz araliyor, Kitty yi taniyorlar, Kitty onlarla cok rahat. Kapiyi itip giriyor, arkada bir tane daha gencten bir kiz mutfak oldugunu dusundugum tarafa yonleniyor. Yemek salonundayiz. 12 kisilik yemek masasi beyaz keten ortu ile kenarda aksam yemegi bekliyor. Yerler mermer, uc tane delikanli ellerinde birer bez comelmis yerleri siliyorlar. Ortada kova yok ama. Kitty sol taraftaki merdivenle asagiya inerken kucuk kiz geliyor. Hemen arkasinda kendi bakicisi. ( bu bakiciyi hatirliyorum, kucuk kiz bize geldigi zaman kapi onunde bekleyen genc kiz bu) ‘Annen nerde?’ diyorum, ‘kacta almaya geleyim Kitty’i?’ Gozlerindeki hafif saskinliga bir anlam veremiyorum. Ayni saskinligi Kitty’nin bir baska arkadasinda da gormustum.’ ‘Seni biz birakalim istersen sofor ve araba var’ dedigim zaman cok alinmisti, nasil yaptigimi bilmeden gucendirmistim onu bu sorumla. Ayni saskin ve inanmaz bakis onda da vardi.
Kitty ‘in arkadasi ‘bir dakka cagirayim annemi’ dedi ve Blackberry Torch la annesini aradi. ‘Annen evde degil mi’ dedim ananesi bir iki dakika sonra asagi kattan geldi. Mobil telefonunu bir baska hizmetciye uzatarak. Elinin bir hareketi ile bir baska genc kiz bize melamin tepside serin iki bardak su ikram etti. Anne genc ve sevimli. Bir hafta sonra Kitty nin sinifindaki anneleri caya cagiriyormus, beni de davet etti. Saat 2.00 de. Tesekkur ederek kabul ettim. ‘Sizin gelmenize gerek yok Kitty’I almaya bu aksam ’ diyor ‘soforu gonderin yeterli’. ‘ Telas etmeyin, ben bir yere gitsemde onlar burda dururlar, disari cikmazlar, ciksalarda sofor goturur onlari’. Sofor ve bakici anlayisiminin cok farkli oldugu belli ama hemen tarstismak istemiyorum. ‘ya ben gelirim, ya da babasi’ diyip cikiyorum.

Bir hafta sonra saat 2.00 de ayni koruma gorevlileri, ayni hizmetcileri gecerek salonda yerimi aldigimda genc hanim yoktu daha. Evde iki DJ, 5 siyah etek beyaz bluzlu servis kiz grubu, ve iki barmen vardi. Megersem cay partisi degilmis, ogleden sonra partisi imis. Ve ben saat 2.00 de basliyacak olan davete saat 2.00 de gelen tek anneydim. Salonun sag tarainda bir amarikan bar ( bir duvar bastan basa ayna kapli), sol tarafinda ise siyah beyaz koltuk takimina uygun isiltili gumus renkli bir panter ( sivah kangal kopegi kadar buyuk)heykeli ile bas basa oturduk bir sure. Kollarinda isiltilli bileziklerle geldi,bileziklerin pirlantali sikir sikir goz kirpti bana onun her hareketinde. ‘Gel sana evi gosteriyim’ dedi. Oturdugum salon, 12 kisilik yemek odasi, hizmetci odasi, kiler ve mutfak bir katta. Donerek alt kata inen merdiven buyuk yatak odasi na uzaniyor, yatak odasin yaninda bir oda sadece gomme dolap Imelda Markos’dan daha cok ayakkabilari koymak icin bir duvar dolap az bile geliyor. Ikinci oda makyaj odasi, ucuncu oda yuvarlak banyo ve jakuzi. Obur tarafta benzer bir duzenle kucuk kizin yatak odasi, giyinme odasi, ve jakuzi ve acik dus. ( jakuzide gomme televizyon var). Kucuk kiz evin tek cocugu. calisma masasi yerine makyaj masasi yerlestirilmis Rokoko sitili oymali,beyaz, kocaman ayna. Aynanin yaninda camli dolapta Tracy Beaker* kitaplari var. Odada sadece iki kisilik buyuk yatak ve aynali dolap var. Bu odanin 13 yasinda piril piril bir kiza ait oldugun gosteren hic bir sey yok. Ne bir poster, ne bir dergi, ne bir okulda yapilan abuk subuk model, ne bir pembe mor tul, pompom. Kapinin yanindaki duvarda beyaz dosya kagisi buyuklugunde bir cocuk resmiinin altinda ‘born rich’ ‘zengin dogmus’ yazili bir poster. Iki yatak bolumunun arasinda aile tapinak odasindada Shiva ve Ganesh heykelleri sevimli sevimli oturuyorlar, etraflarina kavunici kasimpati serpilmis, cok hafif sandal agaci kokuyor.Bir ust kat sadece spor salonu ve dus bir ust kat misafirlerin kalabilecegi buyuk odalar ve sa sali mobilya ve en ust kat teras. Terasta fiskiyeli havuz, kamelya, kucuk bir mutfak aksam usteleri gun batiminda icki servisine hazir. Sag taraftan Arap denizi ve onun kenarinda sehrin varoslarindan biri var..
Birazdan obur anneler geldiler. Hepsi genc, parfumleri onlardan once geldiklerini haber veriyor, Gucci cantalar, Burberry etekler,Jimmy Choo ayakkabilar, yapilmis saclarla sen sakrak iceri girdiler. Stilettolarin topuklari sadece araba ve ev arasinda dolanmis, hic asinmamis, Mumbai sokaklarinda yurunmemis hic. Bileklerinde parmaklarinda kulaklarinda pirlantalar isildadailar. Cantalar dirseklerinden asagiya sallandi agir agir.Uzaktan optuler birbirlerini. Barmenler ‘mocktail’- alkolsuz meyve kokteylleri hazirladilar bir suru. DJ ler Bollywood sarkilari caldi, Evin hanimi ‘hadi dans edin bakalim’ diye bize yemek salonuna cagirdi. Bir suru hizmetci, temizlikci , DJ, koruma gorevlisi ,barmen, servis yapan kiz arasinda sanki hic onlar yokmus , kenarda durup bize bakmiyorlarmis gibi, ogleden sonra saat 2 ve 3 arasinda niye alkolsuz mohito icip, omuz titrettigimizi dusunmeden dans ettik, Biraz sonra okuldan gelen cocuklar ( Kitty’i onlarin soforu getirdi) hemen asagi kata indiler ve kendi partilerine basladilar.
Bizim gitme vaktimiz yavas yavas yaklasiyordu, hanimlar konusmak yerine dans edip kendi telefonlarindan muhabbet ediyorlar, pizza, soguk makarna salatasi, risotto, fasulye piyazi gibi hic Hint yemegi olmayan tabaklardan atistiriyorlar. Hafif konulardan soz aciyorum yanimda oturan hanimlara. Dogma buyume Mumbai deymis, bizim oturdigumuz yerler eskiden bataklikmis, bir arkadasinin gelini Turkmus, Turk yemekleri cok hosmus gibi suya sabuna dokunmadan muhabbetin nereye gidecegini bilmeden laf geveliyoruz. Hanimin arazileri varmis Mumbai de ama fazla geldigi icin eldden cikariyormus ailesi, Dubai’ de ki dairelerinde yasamak daha mutlu edici imis, ben Dubai’ye gitmismiyim hic, en guzel kuafor Sackmis…

Kitty ve arkadaslari sari yesil cirkin okul uniformalari ile ortalikta kikirdastilar, herseyden atistirdilar, her turlu siviyi denediler. Sonra ben kizimi aldim hokey oynamaya goturdum. Buyukce bir kilisenin bahcesinde bir saat toz toprak icinde kostu, top surdu, terledi, ben onu golge bir kosde yanimda sicaktan bayilmis bir kopekle bekledim, umumi tuvaletle girilmiyecek kadar kotu oldugu icin mocktail icmenin pek de akillica bir sey olmadigini pismanlikla farkettim.
Sonra kalktik eve geldik.

Sunday, March 18, 2012

Taj Mahal


  Taj Mahal en guzel gundogumunda gorulurmus yani sabah ezani zamani. Saat 6 da. Orda  6 da olmak icin  5.30 uyanmak lazim. Araba ile bilet yerine,( 5 dakka) sonra da kucuk tuktukla kapi onune ( iki dakka) gitmeli,  Bu kadar erken, daha karga kahvaltisini etmeden yola dusen insanlar sadece imamlar ve Taj mahal sabah gorulmeli diye  turist kitabini okuyan insanlar.  Uzun kuyruk var. Cocuklari, bebekleri  ile gelenler, uykulu insanlar, geveze Amerikalilar, sen sakrak Avustralyalilar ve Mutsuz genclik ( Kitty yasindakiler) iceri girmeyi bekliyoruz. Kadinlar ve adamlar ayri kuyrukta. Iceri girerken siki guvenlik var. Kapida celik guvenlik kasasinin arkasinda makinali tufekli bir asker bizi suzuyor,  yol kenarindaki turist dukkanlari yol supuruypr, daha uyanip kucuk mermer tozundan tajmahal ve t shirt satmaya baslamamislar.  Kuyruk arkamizda uzuyor. Gun dogdu , sabah ezanlari, hatta en uykucu imamin ezani bile bitti.Biz kuyrukta yavas yavas ilerliyoruz. Iceri girerken rehber delikanli ayagimiza giymek icin galos verdi. Ya onlari giyecegiz yada ayakkabilari elimizde tasicagaiz. Secim bizim.

 Iceri girer girmez hemen Taj Mahal beyazligi karsiniza cikmiyor, kirmizi tastan yaplimis bir gecitten yurumeniz gerekli. Ondan once rehberin agir aksanli ingilizcesi ile anlattiklarini dinlemek lazim, enlem boylam, su kadar sene bu kadar tas, su kadar es, bu kadar cocuk, Islam dini, simetri, simetri,  isimler,tarihler ustunuze seller gibi geliyor.  Etrafta her dileden  benzer hikayeler, gruplar ahalinde fotograf ceken yari dinleyen yari bakinan insanlara anlatiliyor, bir curcunadir gidiyor ortalikta.Bizden once giren insanlar coktan beyaz binaya ulasmislar bile.  Nerde fotograf cekmek isterseniz orda bir suru insan var. Sizde tabii ki baskasinin fotografindasiniz. Simdilerde adet olan goz aldanmasi fotografi icin cogu insanlar ellerini acmislar yada bos havayi cimdikler gibi pozlar eriyorlar.  Iyice yerlestirirseniz, Taj Mahal avcunuzun icinde gibi gorulecek fotografiniz olacak!?

 6.30 da girdik 9 a ceyrek kalaya kadar dolastik. Umdugumdan buyuk bir yapi.  Goz aldanmasinin iyi kullanildigi, beyaz mermerin ( Turkiyeden degil, Belcikadan gelmis) gunes altinda ve ( eminim ay isiginda da) piril piril parladigi, sanki kendi icinden aydinlanmis gibi gozuken  bir guzellik.Dort kosesinde  4 tane minare. 90 Derece dik degil, hafif disari egik.  (bunlar bos minare, burasi camii degil yani ezan okunmuyor) Sol tarafta Cuma gunleri acik camii, sag tarafta ayni camiiye benziyen simdi girilmeyen  bir kucuk saray var. Simetri Islamda cok onemlidir diyor rehber, (oylemidir?) Taj Mahalin her tarafi simetrik.Tam karsidan bakilinca daha kucuk goruluyor, yakinina gidince buyuklugu daha belirgin, giris kapisi Yasin suresi ile cevrilmis, iceri girince fotograf cekmek yasak ama bu yasak mobil telefon kullanilmaya baslamadan cikmis, arada sirada flas patliyor ve ucuz mobil telefon ckamerasi sakirtisini Hintli gorevlilin yuksek sesli azari takip ediyor.  Icerde iki mermer lahit var. Hanimin ve beyinin cicek kakmali lahitleri  duvar suslemelerinin devami. Mermer duvarlar   akik, lapis, sedef, ve aklima gelmeyen bir suru tasla kakma ciceklerle bezenmis.. Duvarlar  da 30 Kuran suresi yazilmis.  Akik hafif saydam bir tas. Ay isisnda, gunes vurunca ve bu kadar da kalabalik yokken sanki mermer duvar icerden mumla aydinlanmis gibi gorunurmus. Akikten , yaplimis cicek kakmalari lapis maviliginin yaninda daha ucuk renk almis.  Dis duvarlar yekpare mermerden ve uzerlerine  has has ve rehan cicekleri kazinmis. Tas iscileri calisirken has has cignerlermis, -enerji verssin diye.

Sah Cinan’in uc hanimi ve bilmem ne kadar cariyesi  varmis. Iki hanimimdan da  cocugu olmamis, Mumtaz hanim da  ona  14 tane cocuk vermis. 7 si yasamamis 7 si yasamis. Yani Mumtaz hanim her yil hamile kalmis,  ve oldugunde 39 yasinda imis. Birbirlerine duskunlukleri bilinirmis zaten, ve savasa giderken bile yaninda goruturmus hanimini yada hanimlarini. Bombay yakinlarinda savas yaparken 9 aylik hamile hanimini da onunla imis. O zaman nasil gidilir oraya? Ya fil, yada deve uzerinde.   Bu zor  yolculuk Mumtaz hanima yaramamis, dogum sirasinda olmus, esinden bir daha  hic evlenmemesini, baskasindan da cocuk sahibi olmasini  istemis. Dogan bebek kizmis,. Bu kucuk kiz annesiz ve yas tutan pek te cocuklarina ilgi gostermeyen bir baba ile buyumus. 12 yasina kadar yasamis, ve kizamiktan olmus. Anesinin yanina gomulmemis ama.  Hayatta kalmayi basaran 7 cocuktan biri buyuyunce babasinin  bu anit mezar a harcadigi devlet hazinesinden pek hosnut kalmamis, abisini oldurup, Sah Cihan’I da hapise attirmis. Baba hapse atilmaya pek ses cikarmamis, zaten hanimin olumundan sonra  pek dunyevi islelere de ilgilenmiyormus, 22 yil yapimi sure Taj Mahal’I  karsidan gorebilecek bir kalede  yasamis olunceye kadar, iyi ogul da  onu sevgili hanimini yanina gomulmesine  izin vermis.

  Hem bu kadar bilgiyi duymak, akilda tutmak, isimleri hatirlamak, karsilastirmali tarih dusunmek ( o zamanlar Osmanli Imparatorlugu’nda kim basta  idi acaba? 1627? Hic hatirlamiyorum), su icmek, fotograf cekmek ,  Diana nin oturdugu yeri bulmak,, her sye fazla gelmeye , kalabalik yormaya basliyor. Sicak saat sabah 9 olmasina ragmen fazlalasiyor ve ter sirtimdan akmaya basliyor, Sularimiz bitti. Tuvalet  giris gisesinin yaninda. Muson mevisimine iki ay var, ve Taj Mahal’in arkasindaki irmak kurumus, cok az suda bir uzun kayik, icinde uc adamla karsi kiyiya geciyor.  Bahcede uc bes geyik, duvarlarda maymunlar , agaclarda sincaplar ve yesil papaganlar var. Cocuklar aglamaya basladilar, fiskiyeler sularini actilar.

Otele geri donup kahvalti etmeli sonra da Jaipur’a yola cikmali. 5 saat yolumuz var.



 Oteldeyiz, oyle cok fotograf var ki eve gidip en iyilerini secinye kadar hic birini Facebooka yuklemiyecegim.

 Iste bu kadar.   

Thursday, March 15, 2012

Ogleden sonra Delhi...

Delhi Mumbai’den  iki saat uzaklikta. Delhi hava alanina inmekte Mumbai'ye gelmekten daha zevkli. Biz Mumbai'ye iki ay once saat  sabah karsi 4.00 de gelmistik. Yorgunluk, uykusuzluk ve sicak bizi kotu carpmisti ve arabaya dogru yururken kucuk sokak cocuklarinin bu kadar kirli, bu kadar yoksul olabileceklerine hayret etmistik.  Delhi'ye  oglen uzeri indik. Hava yumusak ve Ankara Nisan havasi. Temiz, duzenli hava alani. Hem bizi almaya gelecek sofor de orda. Hemde Ingilizce konusuyor, hemde ayagimiza dokunup para, yemek isteyen kucuk cocuklar yok ortada. Bu iyi bir baslangic.  Otel yarim saat uzaklikta. Buranin tuktuklari yesil siyah,enerjii hapi almis kaplumbagalar gibi vizir vizir dolasiyorlar. Otel 22 katli. Biraz abartili bir girisi var. Hint turbanli, sakalli uzun boylu bir adam kapiyi aciyor, iki guzel kiz tepsi icinde gullerle karsiliyor bizi. Kucuk  bir kabin icinde bir tek ates yaniyor, ‘Nameste’ diyip alnimiza kirmizi tozdan nokta koyuyor. Lobide bizden once gelen bir grup Avrupali kirmizi noktali alinlari ile bavul cekistiriyorlar. Giris katinin tavani Sistin kilisesinin tavani kadar olmasada ona yakin resimlerle sulenmis, Bir curcunadir gidiyor tavanda, kuslar, kelebekler meleklere karismis, adamlar, harmanineler sarinmis Romali kadinlar yatarak uzum salkimlari yiyor, insan boyunda mermer , bronz heykeller ellerinde tepsiler, su akan vazolar bos gozlerle  gelene gecene bakip Hindistan’a inat bir onceki hayatlarindaki  Roma, Yunan gunlerini hatirliyor. Odamiz 17. Katta. Asagida havuz ve insanlar vicir vicir. Hic vakit kaybetmeden asagiya iniyoruz, rehber bizi karsiliyor. Orta yasli, Delhi Universitesi Tarih bolumunden Master li( uc kere tekrarladi), 18 yildir rehberlik yapan ( en az bes kere tekrarladi)bir buyukbaba ( iki kere soyledi).   Ilk once  India Gate e gittik. Kocaman bir anit. Her kocaman  anit gibi, savasta olen askerler anisina yapilmis. Gelibolu daki anittan buyuk, Londra daki Marble Arch dan da buyuk, Paris’teki Zafer anitindan biraz kucuk. En ortasinda bir mesale yaniyor,  Bir tarafinda  detayla nerde olen askerlere adandigi yazili.  Asagisi ise baska mesele. Nobet tutan haki uniformali askerler tabii ki olacak. Ama  kina yakan, plastik kus ve havlayan kopek , Ray Ban gozluk satan, 50 Rupee ye fotograf ceken , boncukla isim yazan  bir suru insan ‘madam, madam’ diye bir turlu rahat birakmiyor bizi. Nick hafiften sinirlenmeye basliyor, Delhi’nin yuzyillik tarihininde ilk once gormek zorunda oldugumuz bu askeri anit ve Ray Ban gozluk saticilarindan hic memnun degiliz. ( anitin en tepesinde  kocaman bir siyah kutle-esek arilari  yuva yapmis!)

 Ikinci durak, Cumbaba'nin ( Cumhurbaskani) konutu. Burda Cumbaba degil, Cumanne.   Parlemantonun yaninda, buyukce bir konut,  Malikane kapisi islemeli, polis ve asker kalabaligi bir yer. Orda park edemezssin, burda fazla duramazsin, resim cek ve yola devam. Buckingham Sarayinda da bile  daha cok hareket var.  Surekli izleniyor duydusu da cabasi.

 Bir sonraki yer Kirmizi Kale. Burda sinirlenmeye basliyorum rehbere.  Ben kaleye girmeyi beklerken uzaktan fotograf cekiyoruz.  ‘Sizi baska bir yere goturecegim’ deyip gercekten baska bir yere oturuyor ama Kaleye girmiyoruz. Cok eski Bollywood fimlerinde gordugumuz, Kapali Pazar kadar eski bir caddede  de burasi cok tehlikeli diye yurutmuyor bizi. Nick’in canina minnet, arabaya yaklasan cama tik tik vurarak para istiyen  bir suru cocugun ortasinda olmadigi icin cok memnun,  Rehber, yurumedigi icin daha da memnun, Kitty  babasinin tarafini tutuyor, ben arabadan fotograf cekiyorum.  ‘Benim kitabim buralara gidilmesi gerektigini soyluyor’ diyorum, ‘Kitap her sey bilmez , ben size gercegi anlatiyorum’ diyor biraz sinirli. Ayni  tepkiyi Izmir’li baba rehber bir arkadisimdan da almistim. Bana kitabimi degistirmemi soylemisti.   Ona hak vermistim o zaman.

Butun gezilecek yerleri yarim gunde araba icinden vin diye gezdik. Jain Tapinagi, Vetetaryan Kus Hastanesi, Bahai Merkezi ni uzaktan gorduk.  Bizi ‘burasi iyidir’ diye abuk subuk bir lokantaya goturdu, Lokanta yaninda Kasmir dukkanlarinda  atki ve sari satin almamizi onerdi.  Gumus takilarin ve  kasmirlerin Londra fiyati oldugunu soyleyincehic memnun kalmadilar saticilar. Ben de bir sey almadan ciktim.   Aksam Otele geldigimizde ortaligin ne kadar sicak ve ne kadar yorgun oldugumuzu farkettik. Otelde acik bufe biraz keyfimi yerine getirdiyse de, Delhi den pek bir sey kazanmadigima hayiflanmaya devam ettim butun gece. Kitabima baktim, rehbere verdim veristirdim, Nick ve  Kitty benden biktilar, Veteryan Kus Hastanesinin ne kadar kotu kokabilecegini dusundukleri icin gitmemekle cok iyi ettiklerini hatirlattilar.

 Haa, birde  Kamal Ataturk caddesi buldum, Ghandi’nin anit mezarina gitmektense  o caddeye gidip resim cektim. Rehber  ‘Unlu bir aile miydi?, tanirmisiniz? Hala hayatta mi? diye  sorunca  ‘Gelibolu’yu okutmadilar mi size Tarih Master’inda ?’ diye muhabbeti kestim. Umarim bu aksam internetten okuyordur. Bizim Delhi’ye bir kere daha gelmemiz lazim, bu seferden  bir sey anlamadim…


 Yarin sabah cok erken ( ilk once havuz, sonra sauna, sonra cicek kokulu dus, sonra acik bufe kahvalti) yani saat 10.00 gibi Agra’ya yola cikacagiz. 5 saat. Cuma gunu Taj Mahal kapali imis,  Baska bir kaleyi iki saat dolasip baska bir otelde baska bir havuza girecegiz. Ertesi gun Taj Mahal...

Friday, March 9, 2012

Holi -festival of colour


Years and years ago when Krishna was a little boy, he used to play with beautiful cowgirls called Gopi. One of them, Rada was his favorite. Krishna was a very good-looking, dark skinned boy. When he was born he was so dark that he was almost navy blue, middle of the night sky blue his mother called him ‘ as dark as the night sky’ =Krishna.   Rada was lovely and fair skinned, gorgeous as sunrise and mountain dews. Krishna one day looked at himself and her and asked his mum why Rada was so fair skinned. His mum smiled and suggested him to smear colour on Rada’s face to change the complexion whatever color he wanted it to be.  Krishna did the same and celebrations started. People spray water and apply colour to each other.
 Another story of the celebration is goes like this:  Millions of full moons ago, there was a devil king Hiryankashyap who wanted everybody to worship him, not Narayana (Narayana is another name for Vishnu, the mega God). His own son Prahad did not agree with him and he said he would worship VishnuslashNarayana and nobody else. Blinded by rage  at this disobedience and hungry to show off his power, he told his evil sister to teach Prahad a lesson.
 Holika though ‘If I show my brother how powerful and blessed I am, when he becomes the ruler of the world, he would give me some juicy lands to put my own throne’. And laughed an evil laugh ‘Mua hah hah!’ God had blessed Holika that fire could not harm her jumped into fire holding Prahad in her arms. She had forgotten that the blessing was only when she jumped into the fire on her own. So she burned to ashes and VishnuslashNarayana  saved Prahad . That is why big bonfires are lit on cross roads to show destruction of evil and triumph of goodness. 
 There you go. This is the myth behind Holi. Yesterday, people made big bonfires at the both end of our street in the evening (we missed it , we were watching TV!) and starting from early in the morning, (the manager of the block of flats came at 9.30 in the morning with a red powder bag in his hand and went away when he saw me in my pjs and told him Nick was still asleep. We went downstairs to see a couple of families around rubber swimming pool, massive water guns and powder paint. We brought our paint with us. Melon colour, bright purple, neon yellow and acid green. The children were shyer, the parents squirted water at us, we powdered them with several colours, they lovingly  came and sad ‘happy holi’ and applied powder to our faces, hair, arms.  I was trying to protect my camera, and glasses but gave in and joined the fun. When I was soaked I was screaming ‘this means war!’ and  the children sprayed me with more water.  I ate some sweet biscuits, and popcorn , when my glasses were absolutely covered with paint and my skirt dripping wet went upstairs leaving pink footprints, orange finger marks on the lift buttons and green splash on the floor.
Kitty got changed and went to a friend’s  for more celebration. We were told to play safe. This is probably the only celebration where people can drink openly and enjoy ‘bhang’ It is a drink made from cannabis plant. What joy! Bhang and beer as a chaser must be really fun.People hide their cars, drivers have a quiet time probably only this day in the whole year.   Maids are not that happy, they had to clean all the paint on the floors, and clothes, and the walls.
We watched the world from our balcony, the colour-covered youth spotted us and aimed water balloons with adult size catapults. We threw laughter and ridicule at them. All day we saw people wandering around covered in pink, orange, maroon, red green powder. They walked in groups, sometimes shouting Holi!, Holi.
 Towards the evening the crowds got more condensed in colour. One group of green  mass walked this way,  Fanta  orange group walked that way. The feet started being dragged, children and families got inside to shower and eat more sweets.  Kitty came home at 8.00 pm. Tired, showered, changed a couple of times, sun burnt but very happy.  She told us stories of being very naughty and throwing eggs at each other and water fights with dads. There is still red colour in her hair, purple under her fingernails.  

Thursday, March 8, 2012


 Holi: Dolunayda kavsaklarda, yol kenearlarinda ates yakip davul caldiklari ertesi gun de birbirlerine rengarek boyalar atip, su tabancalari ile islatip, ‘Holi, Holi’ diye bagirarak dolasip  iyi vakit gecirdikleri, insanlarin cekingenliklerini bir kenara birakip alkol ve mayalanmis keten tohumundan yapilan bir icki ile keyif cattiklari bir gun.   Dukkanlar, supermarketler hatta kose basi kulube dukkanlarin bile kapali oldugu -herhalde- yegane gun.  Soforlerin calismadigi, hizmetclerin fazla mesai yaptiklari bir gun.   (soforler niye calismaz acaba?)
Guzel bir bayram yani. Bu kutlamanin tarihini anlatmaya gelince biraz zor. Vishnu- (Bas tanri ) Hintcede baska bir ismi daha var: Narayana,  Narayana en iyi tanri. ( Krishna avatari ile de taninir)Yaratan yokeden cinsinden.  Hem sever, hem kizar. Cok eskilerden Hranyakasyap diye kucumen bir tanri kral herkesin kendine tapmasini istemis, bas eymeyenleri oldurmus, falan filan . Kendi oz oglu  Prahad ona bas kaldirmis  ve 
‘Narayana’dan baska tanri yoktur, babam bile  olsan seni tanimiyorum, kendine gel lutfen’ demis.  Eminim daha baska seylerde soylemisitir. Baba bu bas kaldirmaya cok sinirlenip kiz kardesine:
'Holika,  sevgili kardesim, git su oglumun haddini bildir; ben dunyayi ele gecirince sen de istedigin kadar kotuluk yapabilirsin, Mu ha ha ha !...'( kotu gulus efekti)
diye buyurmus..  Holika da  bu oneriyi cok beyenmis, kotuluk yapma istegi yegen sevgisinden ustun gelmis , Prahad’i kucakladigi gibi atese atlamis.  Biraz garip gelebilir bu ama  Holika ateste yanmama ozelligi varmis megersem., Prahad yanacak ona birsey olmiyacak, boylece abisi ile birlikte dunya egemenligine kavusacakmis. Ama bu sirada ufak bir ayrintiyi unutmus, ateste tek basina olunca yanmiyacakmis.   Vishnu ona kazalara karsi yanmadan koruyacak buyu vermismis. Ateste  iki kisi olunca dokunmazlik ise yaramamis, kocaman ateste Holika yanip kul olurken Vishnu Prahad'i kurtarmis.  Iste ogun bugun tqm dolunayda atesler yakilir, Holika yeniden cezanladirilir, iyi kotuyu yener, iman inancsizligi kovar,mutlu sona  bir kere daha ulasilir..



Baska bir rivayete gore  de Krishna, yaramaz ve capkin delikanli tanridir. Arkadaslari inek cobani kizlardir. Bunlarin adi Gopi dir. Gopiler guzel,piril piril kizlardir, guzel dansederler, sarki soylerler, lacivert tanri  Krishna'yi oyalarlar. Krishna cok afacan bir tanridir. Kucuklugunden beri ficuilardan yag calar, gece navisi guzel yuzunu una bular, kizlari korkutur. Hemde oyun olsun diye Gopi kizlara toz boya atar. Iste Holi o gunu anmak icin kutlanir.

 Bir haftadir heryerde toz boya ve su tabancasi satiliyor. Kucuk tabancalar degil. buyuk iki litre su alanlardan,  makinali tufek gibi olandan. Uzun borularda fiskiye su fiskirtanlardan.  Ciddi bir su savasina hazirlik yani. Kucuk balonlar, kucuk kovalar,  buyuk kovalar,icine su koyup atabileceginiz her sey. Ve Beyaz keten tunikler.  Buda adetlerden biri.Beyaz keten tunik giyilmeli. Mantigini anliyabiliyorum, boya, su ve beyaz giysi…  Bizde kucuk bir kutu boya aldik,. Kavunuci ,pembe ve  cig sari. Sabah erkenden apartmanin yoneticisi geldi. ‘Nick uyandi mi ona boya atacagim’ dedi. ‘Nick’in kargasi daha kahvalti etmedi ‘ demedim ama adam anladi. ‘Giyinin gelin asagida sizi bekliyoruz’ dedi. Cabucak giyindik, boyamizi  ve kucuk su tabancalarimizi aldik asagiya indik.  Uc aile kucuk sisme havuzu su ve topla doldurmuslar, buyuk kucuk su atiyorlar. Seker, tatli kurabiye , misir patlamisi ikram ettiler, kahvalti bile etmemis olan Robertson ailesi , hapir hupur yedi bu sunulan seyleri.  Toz boyalari savurduk, birbirimizi boyaya buladik, ailelerin babalari  ile su savasi yaptik, siril siklam islandik, camera ve ic camasirlarimiz bile boya oldu, kikirdadik,. Betonda pembe sari kavunici ayak izleri birakarak asansorun her dugmesine ayri renklerle dokunarak eve geldik. Hic bir yere dokunmadan dusa girdik.  Birazdan Kitty nin arkadaslari onu almaya geldiler. Sosyal kelebek Kitty baska bir partiye gitti.
 Bizim sofor ‘bugun tatil ben gelmiycem’ dedigi, Kitty’nin bir arkadasinin annesi , ‘cok boya atiyorlar arabayi mahvediyorlar ’ diye kendi soforunu vermedigi icin  baska bir soforle gittiler.Boylece  bazi soforler  rahat nefes aldi, yollardaki, evlerdeki boyalari temizlemek hizmetcilere dustu. Nick'le birlikte balkondan baktik gelene gecene. Bizi balkonda gorunce sapanla su dolu balonlar attilar, biz de onlara bardakla su doktuk,  aksama  dogru  alkol ve mayalanmis  keten tohumundan yapilan  icki ile dumanlanan kafalardan daha cok ses cikmaya basladi. Gece sarhoslarin ve toz boya yerine kirec, duvar boyasi, sentetik boyali su  atan kendini bilmez holiganlarin eline gecti. Soforler arabalarini daha korunakli yerelere park ettiler, ananeler kizlarini eve cagirdi, ( Kitty nerde kaldi acaba?) 
 Boylece bir Holi daha bitti. Seneye Allah Kerim.

Saturday, March 3, 2012

cornichons and bank accounts


 How long does it take a country to accept you?  Is it when you have moved out of the hotel and have your own flat? Is it when you have television and satellite installed? Is it when you take your first rubbish out or take your bottles to the recycle unit? Or when you wait for the local bus with your neighbours?  When someone asks you the time? When do you become comfortable in the city you live in? Is it when you say  ‘oh it will be very crowded on Sunday, we can go to the beach on Monday'? or  ‘this market is cheaper that the other one’. Is it when people recognize you and you become a familiar figure in the street? Is it when you want to withdraw money from a hole in the wall and know which one works, which one does not? Or is it when you have a local bank account?
Opening a bank account sounds like one of the easiest things to do. It resonates with opening a door, opening suitcases, opening letters, opening lovely presents; it has a smooth, easy, pleasant feeling to it. It can also bring bad memories. You can (not) open jam jars, can (not) open cornichon bottles, (not) open locks. The effort leaves you with the desire to break the glass jar, to get to the tiniest cornichon in the bottle.
Here, opening a bank account is very similar to opening a jar top.   There is the jar, the cornichons in it, I want to open it, I want to open a local bank account, and I want my cornichons.  A local bank account makes your life a bit easy. You do not have to withdraw money from your overseas account and pay commission whenever you need to buy something. You do not need to carry lots of paper money in you wallet, and count as you pay (they still have zeros in their currency so you withdraw 10.000 Rupees at one go), you can buy tickets for concerts and cinemas online or on the phone. You do not need to travel for two hours all the way to the venue to buy two little tickets for Rs60  a day before the show and drag yourself there again on the day of the show.   I want my cornichons, I want my local bank account.

When you are a ‘foreign national’ in this country the procedure  for a bank account is quite tiresome. Finding an international bank to do it is difficult. The first one we went said we need to have £1000 as deposit. We left that bank immediately as we could. (This conversation took an hour and a sweet milky tea) . Remember, we need to find a bank open on a Saturday morning to do this.  The conversations are tedious, they are very polite, you are taken to a waiting area then to another waiting area then to a cubicle and everything is explained to you a very condensing ‘oh, you mortal foreigners, you do not know how things work here, don’t you have £1000 to pay as deposit oh dear?!, we work with corporate clients –only’.   The cubicles are  small with glass door, they have Ganesh and Shiva and Jesus lined up on the wall behind the computer,  their screen saver is very personal, showing a young daughter or a party scene with happy young girls from the bank. They have nametags with lovely  long Indian names. We sit there sipping  sweet luke warm tea and trying to understand the logic. ( No, Madame you cannot open an account if you do not have any money, you need a deposit first)
The second bank is more understanding. I have  made myself a file full of photocopies of everything, photographs, papers and etc. they never tell you what is needed completely, there is always something missing. The second time I went there, the signatures needed to be  across the photos not under the photos , so I went back home. The third time, there  was another thing missing. The last time I went, I had to write a letter saying that I am a housewife and I do not pay bills but I reside there with my husband. But there was another letter missing-which I cannot remember what.
I go to the bank every week with an additional paper in my file  and am ushered here and there, offered sweet milky teas by lots of people, the guard who opens the door is very familiar with me now and smiles at me , I went through a fire drill with them, I know that the mother of the young man –who works very hard- has been ill and she is fine now and she also asks after me. But I  still  do not have a  bank account.
 In Hindu religion, you meditate and suffer for a long time, then one of the gods, (who ever is in charge of what you have been praying for) comes to you and  says ‘ I am pleased with your devotion, ask for a ‘boon”.  Then your wish is granted. This meditation,  this penance , this waiting for it  to happen can last ‘1 Chaturyuga’*.  I do not know how many chaturyagas I need to suffer for to have my cornichons but I am still trying.





* 4320000 years





Thursday, March 1, 2012

karakolda ayna var


 Iki aydir burdayiz.  Ikamet belgesini geldigimizden iki hafta sonra almistik. Cok ise yarayan bir bir belge o. Muzelere, oren yerlere girerken onu  gosterip turist olmayan ucret oduyoruz. Kapilarda iki giris var. Bir Hintliler ikincisi yabancilar icin. Biz Hintli kapisindan geciyoruz.  Asil Hintliler soylenerek bakiyorlar. Hele bir gun ‘Siz Hintli degilsiniz, niye bu kapidan geciyorsunuz?’ diye memnuniyetsizligini belirten cok duzgun bir Ingilizce duyduk.  Bizi one gecirdiklerini,  ayricalik yaptiklarini sandi herhalde.   Bu durumda ne yapacagimi bilemedim acikcasi.  Yaptigimin dogru oldugunu gosteren belge var elimde. Eger yabanci kapisindan gececek olsam beni Hintli kapisina gonderecekler, cunku elimde ikamet belgesi var. (daha once o da basimiza geldi. Elimde kagitlarla o  giris kapisi bu giris kapisi kosturdum durdum).  En guzel sessimle  ‘ biz burda yasiyoruz, bu da ikamet belgemiz, telas etmeyin, sizin yerini almaya calismiyoruz’ dedim.  Yuzyillar boyu Ingilizler tarafindan itelenmekten  bunalmis Hintli amca  ‘nerdensiniz siz?’ diye sordu  'size ne?  ne yapacaksiniz? Siz nerelisiniz , ‘ya amca bir git ya!!!’ ‘ asagi Dokuklu koyu, Biliin mi?’  desem ne hos olurdu.  Ama bu sicakta Elephantan Adasinin bilet yerinde  hic ugrasmayacagim icin uslu uslu cevap verdim. ‘Ingiltere’den  geldik ama ben Turkum’. Sihirli sozcugu soylemis oldum boylece.  Amca Turkiye'ye gelmis, ayran ve o susamli yuvarlak halka  sey( simit)den yemis, Turkiye ne guzelmis, Ataturk ne basarili adammis, onun gibi baskasini yetistirememis olmamiz ne kotuymus, diye bir cirpida konustu, beni de evlat ve fahri Hintli kabul etti, boylece  bilet kapisindan gectik. Yani diyecegim,  oturma izni belgesi ise yariyan bir sey.

 Ikinci asama polis kaydi. Yabanci uyruklularin Polis karakoluna gidip kaydolmasi gerekiyor. Bunun icin de pasportlar, her pasaport sayfasinin yuz binlerce fotokopisi, fotograflar (bas acik, kulaklar gozukecek, gulumsenmiycek, tam onden cekilecek, omuz basi fotografta belirgin olacak) belgelerle bize yakin karakola gittik. Yanimizda Nick'in sirketinin gorevlisi var. Hem islemleri yapiyor, hemde cevirmenlik. Saat 11.00 de gelin dediler,  yarim yarim saat bekledikten sonra  ‘bilgisayarlar calismiyormus ogleden sonra gelin’ diye gonderdiler bizi
 Karakol buyucek bir bina. Uc katli, biz giris katinda  yan yana konmus plasttik sandalyelerde oturuyoruz. Giriste kocaman bir boy aynasi var. Zemin katin sol tarafi  parmaklikla ayrilmis, orasi herhalde gozalti odasi. Bir suru adam yuksek sesle konusuyor o tarafta. Benim icim hep ikirciklidir karakollarda, Emniyet Mudurluklerinde. 70ler, 80lerde Turkiye’de yasamis olmak Polisten korkmak icin yeterli bir neden  bence. O tarafa kucuk bakislar atiyorum, kimse halinden cok memnuniyetsiz gozukmuyor.

 Ogleden sonra yine gittik. Bu sefer bilgisayarlar calisiyormus, yukari kata ciktik.  Kapi ustlerinde Hintce levhalar var. Hangi odaya ve kimi gormeye gittigimizi bilmeden gorevli arkadasin arkasindan yuruyoruz. Sagdaki ikinci odaya yoneldik. Icerde bir sivil giysili , bir de kahverengi uniformali, kaytan biyikli polis oturuyor. Odanin kapisi normal kapanan kapi degil. Kovboy filimlerindeki bar kapisi. Hani John Wayne sikirtili cizmeleri ile iki eliyle iterek acar,  bara dogru ilerler, kapi hala gicirdiyarak bir iceri bir disari sallanir, hava agir ve sigara dumani ile yogundur. Iste o kapilardan.  Bizim iceri girmemiz bu kadar dramatik olmasada kapiyi iteliyerek, bir kanadini tutarak, Kitty ve ben  kikirdiyarak iceri girdik. Oda da iki adam, iki masa iki sandalye , tavana kadar ustuste dosyalar, bir uzun polis deynegi  ve bir yatak var.  Iki sandalyenin birinde bayaz uzun entarili, sakalli bir adam belgelerini gosteriyor.  Uniformali polis’ oturun!’ dedi. Nick bos olan tek sandalyeyi secti, biz Kitty ile yataga ilismekle ayakta durmak arasinda bocaladik. Oda kucuk, ayakta durulacak yer yok, ama beyaz ustune mavi dalli ve cicekli pek de temiz olduguna inanmadigimiz, hemde bu polis odasinda ne icin kullanildigini tahmin etmek istemedigimiz yatagin ustune oturup oturmamak konusunda endiseliyiz. Sonunda Nick bana gozleri ile ‘sorun cikrama otur’ dedi. ‘ Kitty ile aramizda Turkce konusuyoruz ‘ ay anne  niye yatak var burda?!’ diyor. Nick yine gozleri ile ‘ konusmayin, hele Turkce, hic’ dedi. Biz de sustuk. Oyle oturuyoruz, cevirmenimiz, belgeleri , fotokopileri, ivir zivirlari masanin ustune teker teker koyuyor, sivil olan  her birine bir yorum yapiyor,  yeniden fotokopi cekilmesi gerekiyormus, bizi orda birakip Xerox odasina gitti. Nick, Kitty ve ben iki polisle bas basa kalaladik.   Her gun karsilarina gelen bir suru adamla konusmak, konusmamak, itelemek, yol gostermek, iyi davranmak, kotu davranmak, islerini kolaylastirmak , ya da kolaylastirmamayi kaniksamis insanlar olarak bizle goz temasi olmadan onlerine bakiyorlar. Birden farkettik ki odada bir bilgisayar var. Uniformali Polis, sivil olana ne yazacagini soyliyor, o da tikir mikir yaziyor Bu kucuk  odada 5 kisiyiz, onlar bizim varligimizi hic umursamadan islerine devam ediyorlar. Yatak ustunde oturan sarisin kucuk kiz ve annesi ve sandalyede oturan husursuz orta yasli adam onlarin hic umurlarinda degil. Bu odaya gelip giden binlerce genc kiz, orta yasli anne, ihtiyar teyze , bu yataga oturup caresizligi ve aldirmazligi  ellerinden hic bir sey gelmeden hissettiler, masanin obur tarafinda oturan bu iki adam ayni umursamaz bakislarla, ‘acik sacik giyinmissin, o yuzden tecavuae ugramissindir’, ‘ gece yarisi tek basina ne isin vardi yollarda? O yuzen dayak yemissindir’  'kimligini kaybettiysen bir yil surer cikartmak' ‘istersen bir  sikayet formunu doldur ‘ diye baslarindan savdilar.  Duvar kenarinda gri dosya dolabi, onunda ustunde kilifi icinde silah duruyor. Duvarda Fil kafali tanri Ganesh ofset baski  sevimli  gulumsemesi, teki kirik disi ile bagdas kurmus  bize bakiyor.  Odada agir bir sessizlik , bir rahatsizlik var. Yatagin altinda ucu sivri arkasina basilmis bir cift siyah erkek ayakkabisi ozenle yan yana konulmus.  Yillar once gece sokaga cikma yasaginda Ankara’da kimliksiz oldugum icin karakola goturuldugum geceki kadar huzursuzum. Simdi buyudum, beni korkutacak cok az sey var hayatta, ustelik bu odaya suclu olarak degil , gerekli oldugu icin geldim, ama yillarca icime islemis polis, karakol korkusu  ve bu karakolda mavi cicekli carsaf uzerinde oturmak yuregimi agzima getiriyor.
 Bizim cevirmen geldi, iki dakikada  fotokopisi cekimis kagitlara baktilar, bize donduler  ve ‘Evet, gidebilirsiniz ‘ dediler. Bizde pek inandirici gelmeyen bu ‘gidin’ komutuna arkamiza bile bakmadan  uyduk ve kosar adimlarla ciktik ordan, kovboy kapisini iterek. Kapi arkamizdan bir iceri bir disari sallanmaya devam etti. Merdivenlerden inerken Nick’e ( nasil kizar bilse) ve polislere gostermeden  bizimkilerin ve giristeki aynanin fotografini cekiyorum. Biraz urkmus ama yarasiz beresiz bizi gosteriyor ayna. Disarda bir anane ile torunun resmini de yakaliyorum. Kazasiz belasiz arabaya  binip ayriliyoruz ordan.

 Ancak ertesi gun, oturma iznimizi karakolda unuttugumuzu farkettik.